Arkadaşımın Cin Düğünü | Gerçek Korku Hikayesi

Gerçek Korku Hikayesi: Arkadaşının düğünü için gittiği köyde tanık olduğu korkunç olaylar. Cin musallatı, doğaüstü varlıklar, parçalanmış bir köpek ve yıllar sonra öğrenilen trajik gerçekler.

İstanbul’a çalışmaya gittiğim ve kafamda bir sürü planla dolaştığım yıllardı. Birkaç yıl önce aldığım işletme diplomamla zar zor da olsa özel bir bankada iş bulabilmiştim. İlk aylar tek başıma kiraladığım evde bekar hayatı yaşadım fakat artan masraflar ay sonunu zor getirmeme neden oluyordu. Bu durum, yaptığım aşırı harcamaları kontrol etmem gerektiği anlamına geliyordu.

Aynı bankada beraber çalıştığım Murat isminde bir çocuk vardı. Kendisi benimle aynı yaşlarda ve çok iyi birisiydi. En ufak krizlerimde ne zaman istesem borç verir, “Acele etme, istediğin zaman ödersin,” derdi. Murat da aynı benim gibi kirada kalıyordu. Cebimin sıkışık olduğu bir gün Murat bana aynı evde kalmayı teklif etti. “Bu sayede kira masrafını yarıya indiririz,” dedi. Bunu duyduğuma çok sevinmiştim. Ayrıca Murat çoğu yemeği yapmayı da biliyordu, ben ise nadir zamanlar dışında sürekli dışarıdan yemek yiyordum. Teklifini kabul ettim.

O hafta sonu Murat’la aynı evde kalmaya başladık. Aradan aylar geçti, iyice samimi olmuştuk. Aynı evde iki kardeş gibiydik. Baharın sonlarına doğru Murat, yazın ortasında düğününün olduğunu söyledi. “Semih, ben yıllık iznimi erkenden alıp memlekete gideceğim. Düğün zamanı mutlaka sen de geleceksin, sana bizim oralarda gezdiririm,” dedi. Ben de buna çok sevinip, “Tabii ki kardeşim,” dedim.

Murat izne çıkıp memlekete döndüğünde ben de ailemin yanına gittim. Ailemin yanında kısa bir süre kaldıktan sonra Murat’ın memleketi olan Manisa’ya biletimi aldım. Sabahın erken saatlerinde şehir merkezine girerken Murat’ı aradım, ona nerede olduğumu söyledim. Yarım saat sonra arabasıyla geldi. Yüzü oldukça neşeliydi. “Hayrola, evleneceksin diye mi bu neşe?” diye sordum. Utangaç bir gülüş atıp, “Yok kardeşim, seni gördüm mutlu oldum. Hoş geldin,” dedi. Tokalaşmamızın ardından, “Aç mısın? Yol yorgunusun, istersen şurada bir şeyler atıştıralım,” dedi. Ben de akşamdan beri boş olan midemi işaret edip, “Olur,” dedim.

Yemekten sonra Murat’a yaşadığı yer hakkında sorular sordum. Ailesi şehir merkezinden oldukça uzak bir köyde kalıyordu. Şehir içinde de evleri vardı fakat yaz aylarını köyde geçiriyorlardı. Köye gitmeden önce şehirdeki evlerine uğradık. Murat evden birkaç parça eşya aldı. Saatler süren yolculuktan sonra nihayetinde asfalttan çıkıp toprak yola girdik. Yaklaştığımızı sanmıştım fakat Murat, “Dur hele, daha yarım saatimiz var,” deyince artık sınırdan çıktığımızı düşünmeye başlamıştım.

Murat’ın dediği gibi yarım saat sonra düz bir alanda kurulu olan köyü gördük. Murat, “İşte benim büyüdüğüm topraklar,” dedi. Aracın hızını düşürerek evlerin arasına daldık. Üç katlı, bahçeli bir evin önünde durduk. Kapıda, köpek kulübesinin yanında yaşlı bir adam köpeğe yemek veriyordu. Araba sesini duyunca yaptığı işi bırakıp bize yöneldi. Bana bakarak, “Hoş geldin oğlum,” dedi. Murat araya girerek bizi tanıştırdı: “Bu babam İbrahim,” dedi. Sonra babasına dönerek, “Bu da sana bahsettiğim arkadaşım Semih.” Bu kısa tanışmadan sonra eve girdik. Evde Murat’ın ablası ve annesi ile de tanıştım. Hepsi iyi insanlara benziyordu.

Akşam yemeğinden sonra yolculuğun verdiği yorgunluk uykumu getirmişti. Murat’ın annesi bana hazırladıkları boş odayı göstererek erkenden yatabileceğimi söyleyince kendimi hemen odaya attım. Üzerimi değiştirip yatağa uzandım.

Sabah dışarıdan gelen seslerle uyandım. Sabah diyorum ama saati kontrol ettiğimde vakit neredeyse öğlen 12’ye geliyordu. O kadar deliksiz uyumuştum ki kimse uyandırmamıştı herhalde. Aşağı indiğimde Murat’ın ablası beni görünce, “Annem uyandırmak istemedi, şimdi kahvaltı hazırlarım,” dedi. Ben de “Keşke uyandırsaydınız, zahmet olacak,” deyip avluya çıktım. Dışarıda Murat ve babası birkaç adamla konuşuyordu; düğün hazırlıkları için yapılacakları ve alınacakları hesaplıyorlardı. Murat beni görünce, “Günaydın, rahat uyudun mu?” dedi. Ben de kafa sallayıp düğünün ne zaman olduğunu sordum. Düğün dört gün sonraydı.

Avlunun girişindeki adamları bırakıp köpek kulübesine baktım. İçeride siyah beyaz, oldukça sevimli bir köpek yatıyordu. Bir ıslık çalınca dışarı çıktı, benimle oynamaya başladı. Tasmasında “Paşa” yazıyordu. Paşa’yla oyunumuzu bitirdikten sonra kahvaltımı yaptım. Kahvaltıdan sonra Murat’la arabayı alıp köyü gezdik. Murat bana düğünün yapılacağı yeri de gösterdi. Düğün alanı oldukça düz ve genişti. Orta bölümünde boyu beş metreyi geçmeyen birkaç ağaç vardı. Sonra evleneceği kız hakkında Murat’a sorular sordum. Kızın adı Meryem’di. Muratların köyüne yakın bir köyde ailesiyle beraber yaşıyordu.

Uzun süre konuştuktan sonra bir ara Murat’ın sürekli göğsünü ovuşturduğunu gördüm. İlk başlarda dikkatimi çekmese de sonrasında iyi olup olmadığını sordum. Murat gayet emin bir ses tonuyla, “Bir şeyim yok, bazen bir ağrı oluyor ama geçiyor,” dedi. Kendisine sırıtarak, “Aman koçum, düğün gününe kadar dikkat et kendine,” dedim ve ikimiz de kahkaha atıp arabaya bindik. Eve döndüğümüzde güneş batmak üzereydi. Kapıda Paşa’ya laf atıp içeri girdik. Ev halkı masayı hazırlamış, bizi bekliyordu. Hemen sofraya oturduk.

Yemekten sonra İbrahim amca evin önünde bir yandan sigarasını içiyor, diğer yandan telefonda düğün için ayarlamalar yapıyordu. Bir ara Murat’ın köyden arkadaşları geldi. Toplamda beş kişilik grup halinde küçük bir göl kıyısına gittik. Yanlarında malzeme de getirmişlerdi. Araba farları arasında kendimize güzel bir masa kurduk. Muhabbet üstüne muhabbet derken saat gece yarısını geçmişti. Daha fazla uzatmadan herkes evine döndü.

Murat’la eve girdiğimizde herkes uyuyordu. Fazla ses çıkarmadan üst kata çıktık. Merdivenleri çıkarken Murat yine göğsünü tutuyordu. Birbirimize iyi geceler deyip odalarımıza geçtik. Hafif çakırkeyif olan kafayla yatar yatmaz uykuya daldım.

Paşa’nın ağlama sesiyle uyandım. Öyle ağlıyordu ki neredeyse hiç durmuyordu. Bir süre sonra artık sinirim bozulmuştu. Yataktan kalkıp ışığı açtım. Camdan aşağı baktım; köpek deliler gibi kafasını sağa sola çevirmiş ağlıyordu. Tasmasını o kadar çok çekiştiriyordu ki neredeyse boynunu koparacaktı. Elimle işaretler etsem de ağlaması kesilmedi. Tekrar yatağıma dönüp beklemeye başladım. Beş dakika sonra Paşa’nın sesi kesildi. Işığı kapatıp yatağıma uzandım. Fakat bu sefer de yan odadan gelen sesler uyumama engel oluyordu. Yan taraf Murat’ın odasıydı ve horlama sesine benzer boğuk sesler geliyordu. İlk başta Murat’ın horladığını sandım fakat son günlerde sürekli elini göğsüne götürmesi beni kuşkulandırmıştı. Aklıma kötü şeyler gelmeye başladı, acaba kriz mi geçiriyordu?

Hemen yatağımdan kalkıp koridora çıktım. Az önce duyduğum seslerin şiddeti daha da artmıştı; sanki birisi Murat’ı boğuyordu! Odasına yaklaştığımda kapının altından soluk renkte ışıkların çıktığını gördüm. Elimi kapıya atıp hızlıca açtım. Kapıyı açtığımda az önceki ışıktan eser yoktu, odayı tam olarak göremiyordum. Işığı açtığımda Murat yatağın üzerinde sırtüstü yatıyordu ama kıpkırmızı olan gözleri neredeyse yerinden çıkacakmışçasına tavana bakıyordu! Neler olduğunu anlamadan yanına gidip, “Murat, ne oldu? İyi misin?” dedim. Cevap vermedi, hala hızlı hızlı nefes alıyor ve tavana bakıyordu. Elimi omzuna attığımda birden kafasını çevirip bana baktı. Tam anlayamadığım bir şeyler söyleyip bağırmaya başladı. Bağırdıkça ağzından dayanılmayacak kadar kötü kokular çıkıyordu! Daha fazla dayanamayıp “İbrahim amca!” diye bağırdım. Sesimi duyan ev halkı saniyeler içinde Murat’ın odasına geldi. Onlar da neler olup bittiğini anlamaya çalışıyordu. İbrahim amca bana dönüp, “Ne oldu?” diye sordu. Ben de olanları anlattım. Annesi ve ablası ağlayarak sürekli Murat’a sorular soruyor, ondan cevap bekliyorlardı. Tam o sırada Murat kuvvetli bir şekilde tüm nefesini verip gözlerini kapadı. Herkes o korkuyla Murat’ı sarsmaya başladı fakat kontrol ettiğimizde nefesi normaldi.

Daha sonra birdenbire uyanıp “Anne?” dedi. Murat’ın sesini duymak herkesin içine su serpmişti. “Ne oldu? Neden ağlıyorsunuz?” diye sordu. Dakikalar önceki Murat gitmiş, yerine tanıdığımız çocuk gelmişti. Beni de yatağın başında görünce yataktan doğruldu. Her tarafı sırılsıklam terlemişti. Çok tuhaf ve uykulu gözlerle bize bakıyor, neler olup bittiğini anlamaya çalışıyordu. Kimse konuşmayınca, ağlama seslerini duyduğumu ve başına bir şey gelmesinden korktuğum için odasına geldiğimi söyledim. Murat da iyi olduğunu, uyumak istediğini söyledi. İbrahim amca, “Tamam, şimdi yatalım, sabah olunca her şeyi konuşuruz,” dedi. Odadan çıkıp kendi odama geçtim. Hala az önce gördüklerimi anlamaya çalışıyordum. Murat’ın bana söyledikleri, kırmızı gözlerinin yuvalarından çıkmışçasına bakışı bende şok etkisi yaratmıştı. Zor da olsa uyumaya çalıştım. Uykuya daldığımda dışarıdan sabah ezanının sesi geliyordu.

Sabah erkenden uyandım, zaten kesik kesik uyumuştum. Hemen alt kata indim. Gece yaşananlar tüm evi etkilemişti. Murat hariç herkes masadaydı. Murat’ın annesi bana bakarak, “Murat kalkmadı mı?” dedi. Ben de kontrol etmediğimi söyledim. Murat’ı çağırmak için tekrar yukarıya çıktım. Koridorda Murat’ın kapısına yaklaşırken nefes alıp verişimin ve kalp atışlarımın hızlandığını hissettim. Daha sonra içimden kendime kızıp, “O senin arkadaşın, saçma sapan şeyler düşünme,” dedim. Kapının önüne geldiğimde kapıyı tıklattım, yanıt gelmedi. Tekrardan tıklatıp, “Murat, uyandın mı kardeşim?” dedim. Yine ses çıkmadı. Kalbim ağzımda atıyordu artık, sinirlerim bozulmuştu. Hızlı şekilde kapıyı açıp içeri girdim. Murat yatağında değildi! Kafamı sağa çevirdiğimde Murat’ın hemen kapının girişinde tuhaf bir ifadeyle bana baktığını gördüm! Korktuğumu unutup sinirli bir şekilde, “Ne yapıyorsun lan sen, manyak!” diye bağırdım. Bağırmamı duyan İbrahim amca da yukarı geldi. Murat babasının yanına gidip bütün gece uyuyamadığını, bu yüzden biraz uyumak istediğini söyledi. İbrahim amca Murat’a kahvaltı yapıp yapmayacağını sormasına rağmen Murat bu soruya cevap vermeden odasına girdi, bana doğru dönerek kapıyı kapattı. Murat’ın yaptıklarına anlam veremiyordum. İbrahim amca ile beraber aşağı indik. Kahvaltıda Murat’ın annesi ve babası bana sürekli sorular sordular, dün geceyi anlatmamı istediler. Ben de olup biteni en ince ayrıntısına kadar anlattım. Eve döndüğümüzde Murat’ın normal olduğunu, benim tahminimce gece yaşanan olaydan sonra bu hale geldiğini söyledim. İbrahim amca düğüne birkaç gün kala evladının bu hale gelmesine çok üzülmüştü. Sürekli bana Murat’la konuşup derdinin ne olduğunu öğrenmemi istiyordu. Ben de İbrahim amcaya, Murat’ı tekrardan eski haline döndürmek için ne gerekiyorsa yapacağımı söyledim.

Murat o gün öğle yemeği için bile odasından çıkmamıştı. Gün boyunca dışarıda Paşa ile vakit geçirdim. Akşam vakti İbrahim amca eve geldi. Tüm düğün hazırlıklarını tamamladığını söyledi ve hemen ardından da Murat’ın durumunu sordu. Annesi, “Gün boyu odasındaydı. Birkaç defa kapısına gittim ama içeriye girmemi istemedi,” dedi. Bunları duyunca İbrahim amcanın yüzü kızarmaya başlamıştı. “Biz kimin için uğraşıyoruz? Ne oldu bu çocuğa?” diyerek eve girdi. Murat’ın annesi, Murat’ı bir de benim kontrol etmemi istedi. Eve gidip üst kata çıktım. Kapının önüne gelip seslendim: “Murat kardeşim, yemek yemeyecek misin?” dedim. Murat karnının tok olduğunu söyledi. “Dünden beri bir şey yemedin, nasıl karnın tok oluyor?” dedim. Cevap vermedi. Tam arkamı dönüp aşağı inecekken kapı açıldı. İçeride yine o soluk ışık vardı. Tekrardan gerilmeye başladım, bacaklarımın titremesini hissediyordum. Kapının önüne gelince odanın içine baktım. Murat yatakta oturuyor ve önünde bulunan tahta kaptan ağzına siyah taneli, bulamaç halinde bir şeyler götürüyordu. Gördüklerim midemi bulandırmaya başlamıştı. Yedikçe yiyor, bir yandan da odanın karşı tarafında birisine değişik bir dilde bir şeyler söyleyip gülüyordu. Kapıya doğru yanaşıp, “Murat ne yapıyorsun?” diye bağırdım. Murat aniden gülmeyi kesip kafasını bana çevirdi ve tuhaf bir sesle, “Görmüyor musun? Yemek yiyorum!” diye bağırdı. Onun bağırmasıyla kapı şiddetli biçimde üstüme kapandı! Korkudan tutmaz hale gelen bacaklarımı zar zor hareket ettirerek merdivenleri indim. Aşağı indiğimde tam yere düşüyordum ki İbrahim amca beni gördü. Hemen yan taraftaki koltuğa beni yatırdılar. Kısa süreli konuşamadım. Kendime gelmeye başladığımda gördüklerimi anlatmaya çalıştım. Bunun üzerine İbrahim amca üst kata çıktı. Üst kattan “Aç lan şu kapıyı! Aç kapıyı! Vallahi kıracağım kapıyı!” sesleri yankılanıyordu. Birkaç dakika sonra İbrahim amca tekrardan aşağı indi. Öfkeden teninin rengi kırmızı olmuş, dudakları morarmıştı. “Kapıyı kitlemiş,” dedi.

Akşam yemeğinde kimse konuşmuyordu, herkes Murat’a neler olduğunu anlamaya çalışıyordu. Yemeğin sonunda, akşam üzeri Murat’ın odasında gördüklerim hakkında bana sorular sordular. Murat’ın annesi söylediklerime inanmak istemiyor, anlatırken her seferinde emin olup olmadığımı soruyordu. Bugün gördüklerim beni de oldukça etkilemişti. Artık Murat’ı eski arkadaşım olarak göremiyordum. Bir an önce düğünün olup gitmesini ve ailemin yanına dönmeyi istiyordum. İbrahim amca yemekten sonra tekrar Murat’ın odasına çıktı. Murat yine kapıyı açmamıştı.

Çok geç saatlere doğru herkes odasına çekilince ben de istemeyerek odama çıktım. Kapıyı kapatıp kitledim. Gördüğüm onca şeyden sonra ev halkına belli etmemeye çalışsam da korkuyordum. Yatağa uzanıp uyumaya çalıştım. Işığı kapatmadığım için uyuyamıyordum. Kalkıp ışığı kapattım, tekrardan yatağa uzandım. Bir ara derinden konuşma sesleri duyuyor gibi oldum. Sesler Murat’ın odasından geliyordu. Murat sanki biriyle konuşuyordu. Konuşması bittiğinde bu sefer de boş havlamaya başladı. Çıldırmak üzereydim! Tekrar kalkıp ışığı açtım. Aşağı baktığımda Paşa öteye beriye saldırıyor, yerinde duramıyordu; sanki yabancı bir hayvan görmüş gibiydi. Tam bu şeyleri izlerken odamın ışığı kapandı! Perdeyi bırakıp odanın içine baktım, hemen tek hamlede ışığı açtım. Ne yapacağımı düşünürken yan taraftaki konuşmaların sesi artıyor, Paşa daha fazla ağlıyordu. Odadan çıkıp İbrahim amcaları uyandırmanın doğru olacağını düşündüm.

Odamdan çıktığımda Murat’ın odasının kapısı açıktı. İleride yine o ışık vardı. O tarafa bakmadan İbrahim amcaların kaldığı odaya doğru yürüdüm. Tam odanın kapısını tıklatacakken arkamda “Semih!” diye bir ses duydum. Sesin sahibini çok iyi tanıyordum, arkadaşım Murat’tı. Tam arkamdaydı! Nefesini ensemde hissedebiliyordum. Her nefes verişinde ortalığa kötü bir koku yayılıyordu. Kalbim neredeyse durma noktasına gelmişti. Cesaretimi toplayıp arkamı dönemiyordum. İbrahim amcaların kapısına dokunmak, onları uyandırmak istiyordum fakat elimi hareket ettiremiyordum. En sonunda kendimi toparlayıp yavaşça arkaya dönmeye başladım. Arkaya döndüğümde gördüğüm şey, Murat’ın gözlerine düşen ateşti. Bir soru sormak istiyordum fakat dilim dönmüyordu. İçimden, “Murat bana zarar verme,” diye geçirdim. Murat anlamış olacak ki, “Merak etme, sana zarar vermeyeceğim,” diye cevap verdi. Sonra arkasını bana çevirerek odasına yöneldi. “Gel seni karımla tanıştırayım,” dedi. Murat’ın dediğini tam olarak anlayamamıştım. Peşinden gitmek istemesem de yürüyordum.

Odanın kapısına geldiğimde içerisi en son gördüğüme göre çok değişikti: Camlarda siyah kalın perdeler, kırmızı yazı ve işlemeli duvarlar ve yine o iğrenç koku… Murat yavaşça yatağına oturdu. Bana doğru elini kaldırıp “Gel,” dedi. Odaya girdim, tüylerim diken diken olmuştu. Murat’ın yanına yaklaşmak istemiyordum çünkü bana zarar vermesinden korkuyordum. “Karımı görmek istiyor musun?” dedi. Cevap veremiyordum. Daha yüksek ve kalın bir sesle, “İstiyor musun?” diye bağırdı. Dilim tutulmuş, konuşamıyordum. Zor da olsa kesik kesik kekelemeyle “Evet,” dedim. Parmağını kaldırıp karşıdaki büyük elbise dolabını gösterdi. Parmağını kaldırdığında parmak uçlarında siyah siyah boyalar vardı. Gösterdiği yerde bir şey görememiştim fakat yatağın yanındaki masanın üstünde dün gördüğüm tahta kabın içinde kanlı ve tüylü et parçaları vardı! Dolaba doğru gidiyordum, ayaklarım kontrolümden çıkmıştı. Elimi büyük dolabın kapağına doğru uzattım. Kapağı yavaşça açtıkça dolaptan odaya soğuk bir ışık hüzmesi yayılmaya başladı. Ben açtıkça ışık artıyordu. Dolaptaki ışığa bakmamak için gözlerimi kapamaya çalışıyordum fakat gözlerim bir şekilde açılmak istiyordu. Daha fazla direnemeyip gözlerimi açtım. Dolapta, gelinlik giyen bir kadın, elindeki bıçakla kucağındaki hayvanı parçalıyordu! Hayvanı parçaladıkça kanlar gelinliğe damlıyordu! Gözlerimi kaldırıp kadının yüzüne baktım. Gözleri hiç yok gibi bembeyazdı! Yaptığı işi bırakmış, bana bakıyordu! Ona baktığımı görünce tekrardan gözlerimi kucağındaki hayvana çevirdim. Hayvanın boynunda tasma vardı ve tasmada “Paşa” yazıyordu!

Gözlerimi açtığımda İbrahim amcanın bağırdığını duydum. Odamın kapısının girişinde baygın halde bulmuşlardı beni. Yerden kalkar kalkmaz alt kata inip avluya çıktım. Paşa’nın kulübesine gidip Paşa’yı kontrol ettim. Hayvan kulübesinde değildi! İbrahim amcaya dönüp, “Paşa’yı öldürdüler!” dedim. İbrahim amca, “Ne öldürmesi oğlum? Kim öldürdü?” diye sordu. Ben kendimi toparlayıp avludaki sandalyelerden birine oturdum. İbrahim amcaya karısını çağırmasını, başımdan geçenlerin hepsini anlatacağımı söyledim. Murat’ın annesi ve ablası geldikten sonra dün gece yaşadıklarımın hepsini en ince ayrıntısına kadar anlattım. Anlatırken bir ara üst kata baktığımda Murat perde arkasından bana bakıp cam arkasından bir şeyler söylüyordu. İbrahim amca, Murat’ın odasındaki duvaklı kadını ve Paşa’ya yaptıklarını duyunca hızlıca eve girdi. Biz de geriden onu takip ettik. Murat’ın odasının kapısına geldiğinde kapıyı yumruklamaya, Murat’a küfür etmeye başladı. Kapı kilitli olduğu için sürekli kapıyı zorluyor, açmaya çalışıyordu. Kısa süre sonra Murat kapıyı açtı. İbrahim amca içeri girip Murat’ı dövmeye başladı. “Ne yaptın lan sen? Odan da kadının ne işi var senin?” diye söyleniyor, bir yandan da Murat’ı dövüyordu. Murat’ın annesi elbise dolabını açtığında gördükleri karşısında çığlık atmaya başlamıştı! Kadın daha fazla dayanamadı, yere yığıldı. İbrahim amca dolaba bakınca, Paşa’nın delik deşik olmuş ve kanlar içinde kalmış postunu alarak odadan çıktı. Murat o sırada yatakta garip şekilde oturmuş, kendi kendine tuhaf cümleler kuruyor, ara sıra gülüyordu.

Tüm bu yaşananlara daha fazla dayanmaya gücüm kalmadı. Odadan çıkıp kendi odama geçtim. Yatağın altındaki çantamı çıkarıp tüm eşyalarımı topladım. Artık ne Murat’la olan dostluğumuz ne düğün ne de evdekiler umurumda değildi. Bir an önce bu köyden gitmek istiyordum. Çantamı hazırlayıp üzerimi değiştirdim. Odanın kapısını sessizce açıp koridora çıktım. Kimseyi görmek istemiyordum. Murat’ın odasına son kez bakıp bakmamak konusunda kararsız kalmıştım. Murat’ın kapısının önüne kadar gittim, tam kapıyı tıklatacaktım ki vazgeçtim ve hızla merdivenlere doğru yürüdüm. İlk basamağı inmiştim ki bir ses geldi. Sesi duyar duymaz kalbim tekrardan hızlanmaya başladı. Arkamı döndüğümde Murat odasının kapısına yaslanmış bana bakıyordu. Gözlerinden gözyaşı gibi siyah bir şey akıyordu. Yüzü diğer zamanlara göre çok daha beyazdı. İndiğim basamağı çıkıp sonrasında Murat’a doğru bir adım atıp, “Hepsi benim hatam,” dedi. Ne dediğini anlamamıştım. “Ben gidiyorum Murat,” desem de beni duymamıştı. Odanın içinden çıkan bir kol Murat’ı bileğinden tutup odaya çekti. Murat tekrar odasına girdiğinde kapı sert bir şekilde üstüne kapandı. Murat’ın aklını iyice kaybettiğine ve artık benim de aklımı kaybetmeden bu evi terk etmem gerektiğine o an karar vermiştim.

Alt kata indiğimde kimseler yoktu. Hemen avluya çıkıp hızlıca yürümeye başladım. Paşa’nın kulübesinden geçerken aklıma gece gördüklerim geliyordu. Son bir kez dönüp eve baktım. Murat’ın odasında yanıp sönen tuhaf bir ışık vardı ve Murat’ın ağlamayla karışık çığlık sesleri dışarıdan rahatça duyuluyordu. Adımlarımı yola çevirip hızlıca köy meydanına gittim. Göl kıyısındaki çocuklardan birini gördüğümde şehir merkezine gitmem gerektiğini söyledim. Çocuk, düğüne az bir süre kala nereye gittiğimi sorunca, “Şehirden bir şeyler alıp döneceğim,” dedim. Merkeze inmek için yoldan geçen arabalara el etmemi söyledi.

Akşam saatleri yaklaşırken şehre indim ve terminale gidip İstanbul biletini aldım. İstanbul’a öğlen vakitlerinde geldim. Otobüsten iner inmez kendimi bir taksiye atıp eve gittim. Evde ne kadar eşyam varsa toparladım. Yaşadıklarımdan sonra Murat’la aynı evde kalamazdım. Hatta gittiğim gün bile o evde kalmadım. Yeni bir kiralık ev bulana kadar otelde kaldım. Çalıştığım bankaya uzak olmasına rağmen bulduğum yeni evi kiraladım. Kiraladığım günün akşamı eşyalarımı taşıyıp eve yerleştim.

İstanbul’a dönüşümden sonra günler geçti. Her gün Murat’ın banka kapısından içeri girmesini bekliyor, düğünün olup olmadığını ve ona sormadan evimi ayırdığım için bana ne gibi bir tepki vereceğini düşünüyordum. Fakat düşündüklerimin hiçbiri olmadı.

Aradan yıllar geçti. Artık evli ve 2 çocuk babası bir insandım. Evlendikten sonra İstanbul’da çalışmayı bırakmış, artık İzmir’de bir banka şube müdürlüğü yapıyordum. Eşimin anne ve babası Manisalıydı. Bir yıllık izne ayrıldığımız yaz ayında onları ziyarete gitmiştik. Trafik levhasında Murat’ın bulunduğu ilçenin adını görünce birden kendimi ortamdan soyutlanmış ve yıllar önce yaşadıklarımı tekrar yaşamış hissine kapıldım. Tam bu hisleri yaşarken eşimin uyarısıyla son anda kaza yapmaktan kurtulmuştuk. Aklımda tekrardan o köye gidip Murat’a neler olduğunu öğrenme fikri dolaşıyordu. Önce çocuklar ve eşimle gideceğimiz yere gittik. Bir gün sonra eşime, çok samimi bir arkadaşımın bu civarlarda oturduğunu ve onu kısa süreli ziyaret etmem gerektiğini söyleyerek yanlarından ayrıldım.

Murat’ın köyüne yaklaştıkça arabanın içinde nefes alış verişim hızlandı. Kendimi kontrol etmeye çalışsam da kalbimin şiddetli çarpışına engel olamıyordum. Aradan geçen yıllar köyü oldukça değiştirmiş, yeni evler yapılmıştı. Bilmeme rağmen Muratların evinin olduğu yeri zar zor buldum. Üç katlı evle karşılaşmayı beklerken aynı noktada yapımı devam eden iki katlı, inşaat halinde bir ev buldum. Dışarıda 3-4 işçi sökülen kalıpları kamyona yüklüyordu. Yanlarına yaklaşıp, “Kolay gelsin,” dedim. Ufak bir muhabbetten sonra konuya girdim fakat hiçbirinin ne Murat’tan ne de İbrahim amcadan haberi yoktu. İnşaatın içinden bir adam çağırıp, “O daha iyi bilir,” dediler. Çağırdıkları kişi, yıllar önce köyden şehre nasıl gideceğimi sorduğum çocuktu. Oldukça değişmişti. Ben onu tanıdım fakat o beni tanıyamamıştı. Onunla da selamlaştıktan sonra Murat’ı aradığımı söyledim. Adamın suratı birden düştü. Yüzünü yere çevirip, “Haberin yok öyle mi?” dedi. Ben, “Neden haberim yok?” diye sordum. Adam oturabileceğimiz bir yer gösterdi. Oturduktan sonra da, “Murat öldü,” dedi.

İlk duyduğumda aramızda birkaç saniye sessizlik oldu. Sonra kendimi toparlayıp, “Nasıl öldü?” dedim. Anlatmaya başladı: “Seneler evvel, Murat’ın düğününe bir gün kala geceydi. Çoban Ahmet’in anlattığına göre, Murat gece kalkıp babasının, annesinin ve ablasının odalarına uyudukları zamanda evi ahırdan en üste kadar benzin döküp ateşe verdi. Yangın o kadar büyüktü ki köylü yangını fark ettiğinde ev yıkılmış, kül olmuştu. Öncesinde yangını normal bir yangın sanıp Murat’ın da ailesiyle birlikte öldüğünü sandık. Fakat yangından bir hafta sonra köyün çocukları göl kıyısında simsiyah bir insan cesedi buldu. Ona ilk bakmaya gidenler arasında ben de vardım. Cesedin gözleri oyulmuş, dili kesilmişti. İki kolları arasında bebeğe benzeyen ama suratı insan suratında olmayan bir şey vardı. Hemen jandarmayı aradık. Birkaç gün sonra cesedin Murat’a ait olduğunu söylediler. Murat’ın başına nasıl böyle bir şey geldiğini kimse anlamadı. Cenazeden birkaç gün sonra köyde bir takım söylentiler dolaşmaya başladı. Söylenti şu şekildeydi: Güya Murat çocukluğunda dişi bir cinle gönül ilişkisi kurmuş ve bunu da sadece amca oğluna söylemişti. Zaten bu söylentinin kaynağı da Murat’ın amca oğluydu. Murat ne zaman ki evlenme yaşına gelmiş, bu varlık Murat’ı esir almış, onun bir başka kadınla evlenmesine izin vermemişti. Fakat Murat’ın evi yakmasını ve ailesini öldürmesini kimse anlam veremedi. Murat’la beraber kucağında bulduğumuz tuhaf bebeğin de Murat’ın o cin kadından olan bebeği olabileceğini düşündük.”

Adam anlatmayı bitirdiğinde ben yaşadığım olayları kafamda oturtmaya çalıştım. Birkaç sorudan sonra adamla vedalaşıp arabayla eşimin yanına gittim. İstanbul’a dönerken yıllar önce yaşadıklarımı ve sevdiğim bir insanın nasıl bu hallere geldiğini düşünüyordum.

Views: 25

İlginizi Çekebilir:Cinli Tümülüste Define Kazısı | Gerçek Korku Hikayesi
share Paylaş facebook pinterest whatsapp x print

Benzer İçerikler

The Sarcophagus Curse | True Horror Story
Lahdin Laneti | Gerçek Korku Hikayesi
The Treasure Hunt in Çorum | A True Horror Story
Çorum’daki Define Kazısı | Gerçek Korku Hikayeleri
Haunting Since Childhood | A True Horror Story
Çocukluktan Gelen Musallat | Gerçek Korku Hikayesi
The Magical Gold on the Mountain | Horror Story
Dağdaki Büyülü Altın | Korku Hikayesi
The Curse of the Luck Spell | A True Horror Story
Şans Büyüsünün Laneti | Gerçek Korku Hikayesi
The Haunting Across Generations | A True Horror Story
Nesiller Boyu Süren Musallat | Gerçek Korku Hikayesi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Paranormal Dergi | © 2025 |