Harabedeki Define | Korku Hikayesi
Korku Hikayesi | Define arayışı korkunç bir cin musallatına dönüşür. Sahte hocanın tuzağı ve asırlar öncesinden gelen evliyanın yardımıyla verilen hayatta kalma mücadelesi anlatılıyor.
Merhaba, ben Serkan. Bundan yıllar önce arkadaşlarımla yaşadığımız korkutucu ve esrarlı bir olayı sizlerle paylaşmak istiyorum.
O zamanlar Doğu Anadolu’nun bir köyünde yaşıyorduk. Her şeyin başladığı o gün, gecenin karanlığı köyümüzü sessiz bir battaniye gibi örtmüştü. Serin bir yaz akşamıydı, sadece cırcır böceklerinin monoton sesi duyuluyordu. Ben, Ahmet ve Yusuf, köyün dışındaki eski harabelere doğru ilerlerken kalbimiz heyecan ve biraz da korkuyla çarpıyordu. Define aramaya karar verdiğimizde işlerin bu kadar ciddiye bineceğini tahmin etmemiştik.
Her şey birkaç hafta önce başlamıştı. Ahmet, dedesinin yıllar önce köyde bir yerde büyük bir hazine sakladığını anlatan eski bir harita bulmuştu. Harita, köyün eteklerindeki terk edilmiş harabeleri işaret ediyordu. Ahmet, Yusuf ve ben bir akşamüstü bu harabeye gitmeye karar verdik. Planımız basitti: Gece karanlığında kimseye görünmeden defineyi bulacak ve hayatımızı değiştirecek bu serveti sessizce alacaktık.
Harabeye vardığımızda, eski taş duvarlarının arasından süzülen soğuk bir rüzgar içimizi ürpertti. Ahmet elindeki haritayı dikkatlice inceledi ve “Tam burası,” dedi fısıldayarak. Yusuf elindeki kazmayı yere sapladı ve kazmaya başladı. Bense etrafı gözetliyor, gözlerim karanlığa alışmaya çalışıyordu. Aslında bu işe kalkışmadan önce define arayanlara cinlerin musallat olduğunu konuşmuştuk ama Ahmet, “Bunlar yaşlıların uydurmaları,” diyerek bizi cesaretlendirmişti.
Kazma sesleri gecenin sessizliğini rahatsız ediyormuş gibi yankılanıyordu. Yaklaşık yarım metre kazmıştık ki topraktan iki tane akrep çıktı. Akreplerin gözlerinin olması gereken yerde iki parlak kırmızı ışık vardı. Aslında bu, olacak kötü olayların bir sinyaliydi fakat Ahmet kürekle ani bir hamle yaparak ikisini de öldürdü.
Bir süre sonra Yusuf, kazmasıyla sert bir şeye çarptı. “Buldum!” diye bağırdı. Ahmet ve ben hemen yanına koştuk. Toprağı biraz daha kazdık, sonra eski ve paslı bir metal sandık ortaya çıktı. Sandığı açtığımızda içinin boş olduğunu gördük. Ancak içinde eski bir tomar kağıt ve birkaç garip sembol taşıyan taşlar vardı. Ahmet kağıtları açtı; gözlerinde hayal kırıklığıyla karışık bir merak belirdi. “Bu bir ritüel ya da büyü gibi bir şey,” dedi.
Tam o anda etrafımızda garip bir rüzgar esmeye başladı. Hava birden soğudu, nefes almak zorlaştı. Etrafımızı saran karanlık sanki daha da yoğunlaşmıştı. “Buradan hemen gitmeliyiz!” dedi Yusuf panikle. Ancak hareket edemiyorduk, ayaklarımız yere yapışmış gibiydi. Birdenbire boş sandığın içinden siyah bir duman yükselmeye başladı. Duman yoğunlaştı ve şekil almaya başladı. Gözlerimizin önünde, karşımızda duran şeyin bir cin olduğunu fark ettik. Gözleri ateş gibi parlıyordu ve nefret doluydu.
“Ne arıyorsunuz burada?” diye hırıltılı bir sesle konuştu. “Ne cüretle oğullarımı öldürürsünüz?!” diye bağırdı. O an anladım ki sadece bir define aramıyorduk; bilmeden korkunç bir varlığı rahatsız etmiştik. Cin etrafımızda dönerek bizi çember içine aldı ve daha karanlık, daha korkunç bir alemde olduğumuzu hissettim. Gecenin karanlığı bizim için hiç olmadığı kadar ürkütücüydü. Tam o anda cinin sesi tekrar yankılandı: “Siz ve sizden olan her şeyi mahvedeceğim! Beni bekleyin!”
Cin karşımızda duruyordu, gözlerindeki nefret dolu alevler içimizi yakıyordu ama birdenbire sanki bir sis perdesi gibi ortadan kayboldu. Korkuyla birbirimize baktık. “Buradan hemen gitmeliyiz,” diye fısıldadı Ahmet. Yusuf ve ben başımızı sallayarak onayladık ve harabelerden hızla uzaklaştık.
Köyün sokaklarına geri döndüğümüzde her şey eskisi gibi görünüyordu: Evler, sokak lambaları, geceyi bölen köpek havlamaları… Ancak içimizdeki korku hala geçmemişti. Her adımda karanlığın içinden bir şey çıkacakmış gibi hissediyorduk. Nihayet evlerimize döndük ve bir daha böyle bir şey yapmamaya yemin ettik.
O gece herkes kendi evinde huzurlu bir uyku çekmeyi planlıyordu ancak olaylar hiç de beklediğimiz gibi gelişmedi. Eve vardığımda uzandım ama bir türlü rahat edemiyordum. Cinle yaşadığımız karşılaşma zihnime kazınmıştı. Gözlerimi kapatıp uyumaya çalışıyordum ki aniden yatak odamdaki aynadan bir ses duydum. Aynaya baktığımda, yüzümdeki dehşetle arkamda duran karanlık bir figür gördüm. Gözlerimle gördüğüm şeye inanmak istemiyordum. “Bu sadece bir rüya olmalı,” dedim kendi kendime. O sırada korkunç figür konuştu: “Hayır, bu bir kabus değil. Her şey yeni başlıyor,” dedi ve uzun, sivri tırnaklarını sırtıma bastırmaya başladı. Kaçmak istedim ama kaçamadım. Acıya dayanamayıp bayılmışım.
Sabah uyandığımda yatağımdaydım. Sırtımda tarifi zor bir acı hissettim. Aynaya dönüp baktığımda sırtımda üç çizgi şeklinde morluk vardı. Bunu anlatmak için arkadaşlarımı aradım ve buluşma ayarladım. Buluştuğumuzda öğrendim ki tek korkunç olay yaşayan ben değildim. Üçümüz de korku dolu bir gece geçirmiştik. Her birimiz farklı bir dehşet yaşamıştık ama aynı kabusun içindeydik. Cin geri dönmüştü ve şimdi bizi birer birer ele geçirmeye niyetliydi.
Ahmet, gece gözlerini kapattığını ancak uykunun bir türlü gelmediğini söyledi. Gözlerini her kapattığında cinin ateş gibi parlayan gözlerini görüyormuş. Gece yarısına doğru odasında garip bir tıkırtı duymuş. Gözlerini açtığında karanlık bir gölgeyi yatağının yanında dururken görmüş. Gölge yavaşça ona doğru eğilmiş ve eliyle ağzını tıkamış. Dakikalarca işkence gördüğünü, çok bağırdığını fakat sesinin çıkmadığını söyledi.
Yusuf da korku dolu gözlerle Ahmet’in anlattıklarının bitmesini bekliyordu. Sonra lafa girdi: “Gece yatağıma uzandım ve günün yorgunluğuyla hemen uykuya daldım. Ancak gece yarısı aniden uyandım. Odanın içinde boğuk bir fısıltı duyuyordum. Sesler gittikçe artıyor, anlaşılmaz kelimeler fısıldanıyordu. Odanın ışığını açmak istedim ama lamba yanmıyordu. O an yatağımın ayak ucunda bir karartı fark ettim. ‘Beni buldun,’ diye fısıldadı ses, ‘ama şimdi sıra bende,’ dedi. Sonra aniden üstüme atladı. Yere sırtüstü düştüm. Çok bağırdım, çağırdım ama kimse sesimi duymadı. Sabah uyandığımda yerdeydim.”
Olaylara anlam veremiyorduk. O günü bir şekilde atlattık ve ertesi sabah üçümüz de uykusuz ve yorgun halde köy meydanında buluştuk. Ahmet, Yusuf ve ben gece boyunca yaşadığımız korkutucu olayları birbirimize anlattıkça içimizdeki korku ve çaresizlik daha da arttı. Cin bizi rahat bırakmayacaktı. Bir çözüm bulmalıydık.
Ahmet, “Yakın bir köyde bu tür olaylarla başa çıkabilen bir hoca olduğunu duymuştum,” dedi. Yusuf ve ben hemen kabul ettik. Hoca belki de tek umudumuzdu. Bu köye daha önce bir kere babamla keşkek yemek için gitmiştik. Hemen yola koyulduk ve küçük, eski bir evde yaşayan hocayı bulduk. Kapıyı çaldık ve yaşlı, beyaz sakallı bir adam kapıyı açtı. Kendimizi tanıttık ve yaşadıklarımızı anlattık. Hoca başını sallayarak dinledi. “Bu cin musallatı ciddi bir iştir. Size yardım edebilirim ama bu işin bir bedeli var,” dedi. Hoca bizden bir miktar para istedi. Durumumuzun ciddiyeti karşısında çaresiz kaldığımız için istediği parayı toplamaya karar verdik.
Parayı denkleştirip hocaya getirdiğimizde bizi evin içine aldı ve bir ritüel başlattı. Ancak ritüel sırasında hocanın gözlerindeki garip parıltı ve karanlık bir gülümseme dikkatimi çekmişti. İçimde bir şeylerin ters gittiğine dair bir his vardı. Ritüel sona erdiğinde hoca bize cinden kurtulduğumuzu söyledi. Ancak gece olduğunda işler daha da kötüleşti.
O gece üçümüz aynı evde kalmaya karar vermiştik. Gece yarısı evin her yerinden garip sesler gelmeye başladı: duvarlardan gelen tıkırtılar, kapıların kendi kendine açılıp kapanması… İçimizdeki korku büyüyordu. Bir anda evin içindeki tüm lambalar söndü. Karanlığın içinde kalmıştık. Ahmet, Yusuf ve ben birbirimize sarılmış halde dururken hocanın bizi kandırdığını fark ettik. Hoca bildiğimiz kişi aslında insanların manevi duygularını sömüren bir büyücüydü, sonradan öğrendik.
Karanlığın içinden yükselen garip fısıltılar bizimle alay ediyordu. Evin içinde, gölgelerin arasında beliren cin bize doğru yaklaştı. “Bedel ödeyeceksiniz!” diye bağırdı. Evin içindeki hava ağırlaşmış, karanlık daha da yoğunlaşmıştı. Ne yapacağımızı bilmiyorduk. Her şey daha kötüye gidiyordu ve bir çıkış yolu bulamıyorduk.
Tam o anda kapının dışında bir ışık belirdi. Işığın kaynağını göremiyorduk ama içimizde bir umut kıvılcımı yanmıştı. Belki de hala bir kurtuluş şansımız vardı. Ancak bu ışık neydi ve bize nasıl yardım edebilirdi?
Kapının dışında beliren ışık karanlığı delip geçti. Korkuyla titreyen üç arkadaş, ışığın kaynağını görmek için dikkat kesildik. Evin içindeki cinin hırıltıları, ışığın etkisiyle yavaş yavaş azalıyordu. “Bu bir işaret olmalı!” diye fısıldadı Ahmet. Yusuf ve ben başımızı sallayarak onayladık. Bir çıkış yolu bulduğumuza dair umutlanmıştık.
Yavaşça kapıya doğru ilerledik. Kapıyı açtığımızda dışarıda duran ak sakallı, nur yüzlü bir adam gördük. Adamın yüzünde huzur dolu bir ifade vardı. “Sizi kurtarmak için buradayım. Bu cinin sizi ele geçirmesine izin vermem,” dedi. Adam elindeki asayı kaldırdı ve Kur’an ayetleri okumaya başladı. Evin içinde bir an için sessizlik hakim oldu. Ancak cin bu sessizliği bozarak yeniden ortaya çıktı. “Beni hafife almayın!” diye bağırdı.
Nur yüzlü adam cinin üzerine doğru yürüdü ve asasıyla bir daire çizdi. Dairenin içinden parlak bir ışık yayıldı ve cin bu ışığın içinde kıvranmaya başladı. Cin ışığın etkisiyle zayıfladı ve geri çekilmeye başladı. Ahmet, Yusuf ve ben derin bir nefes aldık. Nur yüzlü adamın gücü bizi koruyordu. Ancak tam o anda evin duvarları titremeye ve çatlamaya başladı. Adam, “Bu ifrit çok güçlü ama Allah’ın ayetlerinden güçlü değil,” dedi. Adamın etrafında toplanıp el ele tutuştuk. Adamın mırıldanmaları daha da yoğunlaştı ve evin içindeki karanlık yavaşça dağılıyordu.
Cin, ışığın etkisiyle tamamen yok olmadan önce son bir kez daha saldırdı. Ancak bu sefer adamın koruyucu ışığı onu tamamen etkisiz hale getirdi. Cin bir çığlık atarak yok oldu ve evin içi sessizliğe büründü. Nur yüzlü adam derin bir nefes aldı ve bize dönerek, “Şimdilik güvendesiniz ama bu sadece bir başlangıç. Cinlerin dünyası tehlikelerle doludur,” dedi.
Üçümüz de rahatlamıştık ama adamın sözleri içimize yeni bir korku tohumu ekmişti. Ahmet, Yusuf ve ben adamın Hızır Aleyhisselam olduğunu düşündük. Başka kim böyle bir anda gelebilirdi ki? O anda gözlerimizdeki minnettarlığı fark eden adam, “Bunlar intikam için burada. Siz onlardan olan ve akrep kılığına giren iki cinli varlığı öldürmüşsünüz. Peşinizi kolay kolay bırakmayacaklar. Korkmayın, size yardımcı olabilirim ama yolculuk zor olacak,” dedi.
Ahmet, Yusuf ve ben birbirimize baktık. Yaşadıklarımız bizi korkunç bir gerçeklikle yüzleştirmişti. Hızır olduğunu düşündüğümüz adama teşekkür etmek için döndüğümüzde bir baktık ki kaybolmuş! Böyle bir anda kaybolması imkansızdı, sadece birkaç saniye bakışlarımızı ayırmıştık. Ev içinde sadece biz ve karanlığın sessizliği kalmıştı. Her şeyin bittiğini sanıyorduk ama asıl korku yeni başlıyordu.
Günler geçtikçe hayatımız normale dönüyor gibiydi. Ancak bir gece evlerimize çekildikten sonra işler tekrar korkunç bir hal aldı. Her birimiz birbirimizden habersiz cinlerin intikamı ile yüzleşiyorduk.
Yine bir gece odama kapanmış uyumaya çalışıyordum. Bir anda Ahmet ve Yusuf’un yardım çığlıklarını duydum. Hızla kapımı açtım ve koridora çıktım. Her yer karanlık ve soğuktu. Koridorun sonunda Ahmet ve Yusuf’un gölgelerini gördüm. İkisi de bana doğru gelirken ortam karardı. Tekrar aydınlandığında boyunlarında iple tavana asılı olduklarını gördüm! Çığlık atarak gözlerimi kapattım. Açtığımda yok oldular. “Bu nasıl olabilir?” dedim kendi kendime. O sırada ailem uyanmış, ne olduğunu soruyordu. Kabus gördüğümü söyleyip geçiştirdim. Evin her yerini aradım ama onlardan bir iz bulamadım.
Benzer olayları arkadaşlarım da yaşamış meğer. Ahmet yatağında derin bir uykuya dalmışken, bir anda odasının kapısının gıcırtıyla açıldığını ve kapı aralığında Yusuf’un kanlar içinde yerde yattığını görmüş. “Yusuf!” diye bağırarak yatağından fırlamış ancak yerdeki beden bir anda kaybolmuş. Yusuf da gece yarısı bir sesle uyanmış; Ahmet’in acı dolu çığlıklarını duymuş. Odasından fırlayıp Ahmet’in evine doğru koşmuş (zaten evleri yakındı). Evin kapısını açtığında Ahmet’i bileklerini jiletle keserken bulmuş. O kadar derin kesikler atmış ki fışkıran kanlar oluk oluk yere akıyormuş. Ancak tam ona dokunacakken beden bir anda yok olmuş. Yusuf dehşet içinde etrafına bakmış; anlamış ki hala kendi evindeymiş.
Her birimiz aynı gece aynı dehşeti yaşarken birbirimizin öldüğünü gördük. Ama bu sadece bir halüsinasyondu; cinler zihnimizle oynuyordu. Sabah olduğunda üçümüz de hayattaydı ama yaşadıklarımızın gerçek olup olmadığını anlayamıyorduk. Bu dehşet dolu gecenin ardından hepimiz Hızır olduğunu düşündüğümüz adamı hatırladık. Karanlıkla olan savaşımız henüz bitmemişti. Daha büyük tehlikelerle yüzleşmek zorunda kalacaktık.
Yaşadığımız korkunç halüsinasyonların ardından üçümüz de bir araya geldik ve Hızır olduğuna inandığımız kişinin tekrar yardımımıza gelmesini umarak beklemeye başladık. Ancak bekleyişimiz umutsuzluğa ve korkuya dönüşüyordu. Cinlerin intikamı her geçen gün daha korkunç hale geliyordu.
Gece Ahmet’in evine döndüğümüzde odasının duvarlarında garip semboller belirdi. Bu semboller karanlıkta parlıyor ve sanki hareket ediyormuş gibi görünüyordu. “Bu mümkün değil,” diye mırıldandı Ahmet. “Bir an için sembollerden birinin göz kırptığını sandım.” Kalbim hızla çarpmaya başladı.
Ertesi gün Yusuf’un evinde toplanmaya karar verdik. Ancak Yusuf’un evine vardığımızda evin içinde soğuk bir hava vardı. Kapılar kendi kendine çarpıyor, eşyalar yer değiştiriyordu. “Bu cinlerin işi,” dedi Yusuf titreyerek. Gözlerimizde korku ve çaresizlik vardı.
O gece bizim evde kalmaya karar verdik. Ancak bu defa da benim evimde korkunç şeyler yaşanmaya başladı. Evin içinde fısıltılar dolaşıyor, gölgeler hareket ediyordu. Gece yarısı odanın camına taşlar atılıyordu. Her geçen gün yaşadığımız korkunç olaylar daha da yoğunlaşıyor, cinlerin intikamı daha da korkunç bir hal alıyordu. O adamın gelmesini bekliyorduk ama bir türlü gelmiyordu. Ümitsizliğimiz arttıkça korku da büyüyordu.
Bir gece, korkunun zirveye ulaştığı an, üçümüz de aynı odada toplanmış, çaresizce birbirimize sarılmıştık. Karanlık her yeri sarmıştı. Duvardan gelen tıkırtılar, zeminden yükselen uğultular… Her şey daha da yoğunlaşıyordu. Tam o anda odanın kapısı birdenbire açıldı. Karanlık koridorun sonunda ak sakallı, nur yüzlü adam belirdi. Hızır Aleyhisselam olduğunu düşündüğümüz kişi, elindeki asayı kaldırarak odaya girdi. “Bu sefer birlikte başaracağız,” dedi.
Adam elindeki asayı yere vurduğunda, odanın içini aydınlatan bir ışık yayıldı. Cinlerin fısıltıları kesildi, gölgeler dağıldı. Ancak bu huzur anı kısa sürdü. Evin duvarları titremeye başladı ve bir çığlık yankılandı. Adamın gözlerinde kararlılık vardı. Adam cebinden bazı malzemeler çıkardı: bir avuç tuz, birkaç parça defne yaprağı ve bir şişe su. Bu malzemeleri bir araya getirip yere bir daire çizdi. Ardından yüksek sesle dualar okumaya başladı. Biz de onun söylediklerini tekrarlamaya çalıştık.
Cinlerin saldırıları arttıkça adamın sesi daha da güçlendi. Yere çizdiğimiz dairenin içinde alevler belirdi ve cinler alevlerin içine çekiliyor, yanarak yok oluyordu. Korkuyla izlerken adamın gücüne ve inancına hayran kaldık. Son cin de alevlerin içinde kaybolduğunda odada derin bir sessizlik hakim oldu. Adam bize dönerek, “Artık güvendesiniz. Benim görevim burada sona erdi,” dedi. O an adam bir adım geri çekildi ve yavaşça kaybolmaya başladı. “Dur! Kimsin? Seni bir daha görebilecek miyiz?” diye bağırırken, “Ben Seyit Ahmet. Beni bulun,” dedi. O an adamın kim olduğunu ve neden bize yardım ettiğini anlamaya çalışıyorduk.
Ertesi gün adamı aramaya karar verdik. Köydeki yaşlılardan onun kim olabileceğine dair ipuçları toplamaya başladık ama maalesef kimse böyle birini duymamıştı. Ama yılmadık. Araştırmalarımız bizi birkaç köy ötede eski bir türbeye götürdü. Türbenin önünde durduğumuzda içimizi huzur kapladı. Türbeye girip dua etmeye başladık. O an türbenin içindeki mezar taşında bize yardım eden adamın adını gördük: Seyit Ahmet Efendi.
Seyit Ahmet Efendi, asırlar önce yaşamış ve birçok insana yardım etmiş bir evliyaydı. Ona dua ederek minnettarlığımızı ifade ettik. Onun sayesinde cinlerin musallatından kurtulmuştuk. Türbenin içinde dualar okurken içimizdeki korku yerine huzura bıraktı. Ahmet, Yusuf ve ben türbeden çıkarken birbirimize sarıldık. Bu korkunç deneyim bizi daha da yakınlaştırmıştı.
Views: 25