Cinlerle Yapılan Anlaşma | Gerçek Korku Hikayesi
Gerçek Korku Hikayesi | Dededen kalma gizemli bir günlük, köyü koruyan eski bir cin paktı ve ödenmesi gereken ağır bir bedel. Genç Adnan’ın fedakarlığı, cinler alemi ve beklenmedik kurtuluş hikayesi.
Merhaba, ben Adnan. Çocukluğumdan bu yana ailemin köyünde anlatılan hikayelerle büyüdüm. Anadolu’nun ortasında, kırsalın derinliklerinde cinlerle ilgili hikayeler akşam çaylarının vazgeçilmez tadıydı. Çocukken dedemin ağzından dökülen her sözcüğe hayranlıkla kulak verirdim fakat her zaman içimde bir korku, bir ürperti olurdu.
Her şey dedemin vefatının ardından başladı. O zamanlar henüz ergenlik çağlarındaydım. Köyün manevi rehberi olan dedemin mirası arasında deri kaplı, eski bir günlük bulundu. Günlüğün içinde yıllar boyu topladığı cinlerle ve diğer doğaüstü varlıklarla ilgili bilgiler yer alıyordu. Ancak bu günlük, benim için bir başlangıç noktasıydı.
Günlüğü ilk açtığımda içinden sararmış bir fotoğraf düştü. Fotoğrafta genç bir adam, yıllar öncesinin yaz günlerinden birinde köyün eski çınar ağacının altında oturmuştu. Fotoğrafın arkasında bir el yazısıyla “Korunması gereken sır” yazıyordu. Bu gizemli not, benim çocuk aklımı daha da meraklandırdı. O gece rüyamda fotoğraftaki adamı gördüm; bana doğru yürüyordu, elinde günlüğü gösteriyordu.
Ertesi gün dedemin günlüğünü daha dikkatli incelemeye başladım. Her sayfada farklı bir cin türünden bahsediyordu. Ancak günlüğün ortalarında bir harita vardı. Bu harita, köyün etrafındaki dağlık alana işaret ediyordu ve üzerinde kırmızı bir ‘X’ işareti bulunuyordu. Haritanın kenarına küçük bir not düşülmüştü: “Burada başladı, burada bitmeli.”
Günlüğün sonlarına doğru dedem tarafından yazılmış bir mektup buldum. Mektup, bu mirası bulanın nasıl davranması gerektiğini, nasıl korunması gerektiğini anlatıyordu. Dedem mektubunda, cinlerle yapılan bir paktın detaylarını açıklıyordu. Bu pakt, dedemin gençliğinde köyü bir felaketten korumak için yapılmış; ancak paktın sona ermesine yakın olduğu ve bunun köy için yeni bir tehlike oluşturduğunu yazmıştı.
Bu bilgileri öğrendikten sonra köyde eski bir ağacın altında uyuyan sırların peşine düştüm. Çocukken dinlediğim hikayelerin kahramanı olmak benim için hem heyecan verici hem de korkutucuydu. Ancak biliyordum ki bu macera benim ve köyüm için unutulmaz bir dönüm noktası olacaktı.
İlk adımı attığım o gün gökyüzü aniden karardı ve rüzgar, yaprakları hışırdatarak köyün sokaklarını doldurdu. Gece olmadan önce haritadaki ‘X’ işaretine ulaşmam gerekiyordu. Cinlerle dolu bu karanlık mirasın peşinde, genç bir delikanlının cesaretini ve korkusunu taşıyarak ilerliyordum.
Dağa doğru yürürken dedemin hikayelerinde anlattığı tüm doğaüstü varlıklar zihnimde canlanıyordu. Her adımda yaprakların arasından gelen hışırtılar, rüzgarın uğultusu bana eşlik eden tek seslerdi. Haritayı sıkı sıkıya tutarken içimdeki korku ve merak birbiriyle yarışıyordu. Güneş batarken gölgeler uzadıkça etrafım daha da ürkütücü bir hal almaya başladı.
Dağın eteğine vardığımda haritada işaretlenen yerin bir mağara ağzı olduğunu gördüm. Giriş karanlıktı ve davetkar değildi; tam tersine, içine çekilmek istemeyeceğiniz bir yerdi. Ancak dedemin günlüğündeki talimatlar açıktı: Paktı yenilemem gerekiyordu, yoksa köy büyük bir tehlike altında olacaktı. Derin bir nefes alarak el fenerimi çıkardım ve mağaranın içine adım attım.
Mağaranın içi beklediğimden daha geniş ve karmaşıktı. Sarkıtlar, yüzlerce yıllık sessiz tanıklar gibi tavan ve zeminden yükseliyordu. İlerledikçe duvarda eski, solmuş resimler fark ettim. Bu resimlerde insanlar ve cinler bir arada, hem uyum içinde hem de çatışma halinde gösterilmişti. Bu resimler, dedemin anlattığı hikayelerin sadece masal olmadığını, gerçek bir tarihi temsil ettiğini gösteriyordu.
Mağaranın daha derinlerinde ilerledikçe bir yankı duydum. İlk başta bu sesin, rüzgarın mağaranın dar kanallarından geçişinin bir sonucu olduğunu düşündüm. Ancak ses, adımlarımı takip eder gibi giderek artan bir fısıltıya dönüştü. Duraksadım, etrafıma dikkatlice baktım. Ses, mağaranın daha derinlerinden geliyordu. Fenerimin ışığı önümdeki karanlığı delip geçmeye yetmiyordu ama ilerlemekten başka çarem yoktu.
Nihayet mağaranın en derin noktasına ulaştım. Burada büyük bir düzlük vardı ve ortasında yıllar önce yanmış bir ateşin izleri halen duruyordu. Günlükte yazılanlar doğruydu; burası dedemin ve köydeki yaşlıların cinlerle yaptığı paktın gerçekleştiği yerdi.
Ateşin izlerinin yanına oturdum ve günlüğü açtım. Paktın nasıl yenileneceğine dair detaylar buradaydı. Her şey bir dua ve ardından cinlerle iletişime geçmek için yapılan bir çağrıydı. Sözcükler eski ve güçlüydü; dudaklarımdan döküldükçe etraftaki hava da değişmeye başladı. Duaların sonuna geldiğimde mağaranın derinliklerinden bir hışırtı yükseldi. Ardından bir gölge, fenerimin ışığından kaçarcasına bana doğru hızla yaklaştı. Kalbim hızla çarpmaya başladı.
Gölgeler içinde neredeyse insanı andıran bir silüet belirmişti. Bu bir cin miydi, yoksa dedemden kalan başka bir miras mı, bilmiyordum. Gölge benimle konuşmaya başladı. Ses tonu ne insan ne de tamamen yabancı bir varlığa aitti. Paktı yenileme zamanının geldiğini ancak bu sefer şartların değiştiğini söyledi. Korku ve merakla dolu olan gözlerim karşımdaki varlığa çivilenmişti. Cin yeni şartları açıkladığında, köyümün geleceği üzerindeki yükün ne kadar ağır olduğunu anladım. Ve işte o an, cinlerle yapılan paktın gerçek bedelini öğrendim.
Karşımdaki gölge yavaşça daha belirgin bir forma büründü. Yer yer insan, yer yerse anlatılan cinlerin tasvirlerine benzeyen bu varlık, beni tedirgin eden bir soğukkanlılıkla izliyordu. “Bedel,” dedi düşünceli bir tonla, “her zaman var olmuştur. Ancak şimdi daha büyük bir fedakarlık gerekiyor.”
“Ne tür bir fedakarlık?” diye sordum, sesim titreyerek.
Gölge, mağaranın içinde yükselen rüzgarla birlikte hafifçe hareket etti. “Köyünüz uzun yıllar boyunca bu korumadan yararlandı. Ancak dünya değişti, insanlar ve cinler arasındaki denge bozuldu. Gerçek fedakarlık, köyünüzden birinin Cinler dünyasında yaşaması ve bizimle birlikte var olması gerektiği anlamına geliyor,” dedi.
Bu sözler karşısında yutkundum. Aklıma hemen annem, babam ve küçük kardeşim geldi. “Kim gidecek? Ve ne kadar süreyle?” diye sordum.
“Cevap vermek zor,” dedi gölge, “ama seçim senin. Biz sadece adayı bekliyoruz. Ve unutma, bu bir dönüş yolculuğu değil.”
Bu teklif, aklımın alabileceği bir şey değildi. Ancak dedemin günlüğüne ve köyümüze olan bağlılığım, karar vermemi gerektiriyordu. Gölgeler arasından dedemin gençlik yıllarında çekilmiş fotoğrafını çıkardım ve ona baktım. O da benim gibi zor bir seçim yapmıştı. Belki de köyümüz için sürekli bir kurban gerektiği gerçeği, dedemin mirasıydı.
Beklerken düşüncelerimle köyümdeki her yüzü gözden geçirdim. Sonunda kararımı verdim: “Ben gideceğim. Köyüm için bu fedakarlığı yapacağım,” dedim.
Varlığın yüzünde hafif bir şaşkınlık belirdi. “Cesurca bir karar. Peki, hazır mısın?” diye sordu.
“Hayır, ama bu gerekli. Ne yapmam gerektiğini bana anlat,” dedim.
Gölge, ateşin izlerinin etrafında bir daire çizdi ve beni merkeze yönlendirdi. “Burada bekleyeceksin. Gece yarısı kapı açılacak. Ardından bizim dünyamıza adımını atacaksın. Geri dönüş olmayacak ama köyün güvende olacak,” dedi. Gölge kaybolmaya başlarken son bir fısıltı bırakarak, “Unutma, bu yeni bir başlangıç,” dedi.
Gecenin karanlığında orada tek başıma otururken köydeki herkesin yüzünü son bir kez gözümün önüne getirdim. Onların huzuru için yapılması gereken bir fedakarlıktı bu. Gökyüzü yavaş yavaş kararırken dedemin günlüğünü yanıma alıp son kez sayfalarını çevirdim. Burada yazılan her hikaye şimdi benim olacaktı.
Ve nihayet gece yarısında, mağaranın derinliklerinden gelen gizemli bir ışık parladı. Bu ışık, başka bir dünyanın kapılarını aralıyordu. Ayağa kalktım ve ışığa doğru yürüdüm. Arkamda bıraktığım hayat, anılar, sevdiklerim… Hepsi birer silüet olarak kalacaktı. Işığın içine adım attığımda arkamda kalan dünya sessizce kapanırken, yeni bir evrenin kapıları ardına kadar açıldı. Bu, cinlerle yapılan bir paktın bir insanın kaderini nasıl değiştirebileceğinin hikayesiydi. Ve bu yeni başlangıçta ben, eski bir hikayenin yeni bir kahramanı olarak var olacaktım.
Işığın içinden geçerken bedenimde bir uyuşma hissettim. Sanki varlığım atomlara ayrılıyor ve yeniden bir araya geliyordu. Gözlerimi açtığımda kendimi bambaşka bir yerde buldum. Gördüğüm dünya, köyümdeki hikayelerdeki gibi mistik ve alışılmadık bir güzelliğe sahipti. Ancak burası hiçbir insani yurda benzemiyordu. Doğa kanunları burada farklı işliyor gibi görünüyordu; yer yer kristalize olmuş ağaçlar, gökyüzünde süzülen renkli bulutlar ve yerden yükselen melodik sesler… Her şey cinlerin dünyasının sıra dışı doğasını yansıtıyordu.
İlk adımlarımı attığımda zeminin altından gelen bir titreşim hissettim. Bu dünya sanki benim varlığımı algılamış ve bana tepki veriyordu. Kısa süre sonra etrafımı dört bir yandan cinler sardı. Bazıları insan formuna yakınken, diğerleri tamamen yabancı, tanımlanamaz şekillerdeydi. Hepsi de beni meraklı gözlerle süzüyordu. İçlerinden biri, görünüş olarak daha yaşlı ve bilge bir haliyle öne çıktı ve beni karşıladı. “Adnan, beklediğimiz kişi sensin,” dedi yaşlı cin. “Dediklerini yaptın ve şimdi bizimle birliktesin. Bu dünya sana yabancı gelebilir ama zamanla öğreneceksin. Burada sadece fiziksel varlığın değil, ruhun da bir yolculuğa çıktı.”
Yaşlı cin bana dünyalarını gezdirdi. Her adımda bu tuhaf dünyanın bir parçası olduğumu hissetmeye başladım. Buradaki yaşam, insan dünyasındaki gibi değildi. Zaman kavramı burada farklı işliyor, günler ve geceler birbirine karışıyordu. Cinler doğa ile uyum içinde yaşayarak, her bir varlığın enerjisini koruyup ondan faydalanıyorlardı.
Bir süre sonra yaşlı cin bana bir görev verdi. “Burada kalmak sadece bir yaşam sürmek değil, aynı zamanda bir hizmettir,” dedi. “Senin görevin, iki dünya arasındaki bağları güçlendirmek olacak. İnsanların dünyasından getirdiğin bilgilerle, bizim dünyamızı daha iyi anlamalarını sağlayacağız.”
Görevimin ağırlığını hissettim. Ancak bu yeni rolü kabullenmek zorundaydım. Cinler dünyasında geçirdiğim her gün beni köyümden, ailemden ve bildiğim hayattan daha da uzaklaştırıyordu ama aynı zamanda bana evrenin daha büyük bir resmini gösteriyordu. Günler geçtikçe cinlerin dünyasındaki yaşamın derinliklerine daldım. Öğrendiklerim, insan dünyasındaki bilgilerle kıyaslanamayacak kadar farklı ve karmaşıktı. Bu bilgilerle belki bir gün insanlar ve cinler arasında daha derin bir anlayış ve uyum sağlanabilirdi. Yeni görevim zamanla beni sadece bir köy çocuğundan, iki dünya arasında bir köprü kuracak bir bilgeye dönüştürdü.
Ama bir gün gözlerimi bir hastane odasında açıp gerçeklerle yüzleştim. Uyandığımda annem ve babam başımdaydı. Beni o gittiğim mağarada baygın halde bulmuşlar. Babamın sonradan anlattığına göre olaylar şöyle gerçekleşmiş: Dedemden kalma günlüğü babam da okumuş haliyle ve dedemin uzun zamandır görüşmediği eski bir dostuna haber vermiş. Gelecek olan adam da cinler hakkında bilgiliymiş, hatta dedemle bu paktı yaparken o da oradaymış. Babamlar bu adamın gelmesini beklerken ben günlüğü alıp mağaraya gitmişim. Cinler beni ele geçirmiş. O gece eve gelmediğimi gören ailem telaşlanmış. Ertesi gün dedemin arkadaşı gelmiş. Babam günlüğü göstermek istediğinde yerinde bulamamış. Benim kayıp olduğum mevzusuyla da birleşince mağarada olduğumu anlamışlar. Vakit kaybetmeden dedemin arkadaşıyla mağaraya gelmişler. Babam beni alıp hastaneye getirmiş. Dedemin arkadaşı cinlerle iletişime geçip paktın yenilenmesi için şartlarını öğrenmiş ve şartların karşılanması durumunda beni de serbest bırakmalarını istemiş. Cinlerin istediği kara keçiler mağaraya götürülmüş ve aynı ritüel alanında ateş yakılıp ritüel tamamlanmış. Böylece cinler bir süre daha köyümüzden uzak tutulmuş.
Dedemin arkadaşı hastanede ziyaretime gelip bunları anlatmıştı. Uzun süredir, çok şükür, bir olay yaşamadım. Buradan alınacak ders, çok meraklı olmamak lazım.
Views: 38