Evliliğime Musallat Olan Cinler | Gerçek Korku Hikayesi

Gerçek Korku Hikayesi: Evlilik kararıyla başlayan doğaüstü olaylar. Eşine musallat olan cinlerin saldırıları, korkunç rüyalar, gölgeler ve Sakarya’da yaşanan gerçek bir kurtuluş mücadelesi.

Selamünaleyküm kardeşim, ben Sakarya’dan İbrahim. Anlatacaklarım benim başımdan geçen gerçek olaylardır.

Her şey 2012 senesinde eşim Sibel ile evlenme kararı aldıktan sonra başladı. Biz birbirimizi severek evlendik ve hâlâ deliler gibi seviyoruz. Dört yaşında dünyalar tatlısı bir de oğlumuz var. 2009 senesinde tanışıp 2012 senesinde evlenme kararı aldık. Durumu aileme açtığımda onlar da bu duruma çok sevindiler. Bir iki ay sonra eşimi istemek için Bolu’ya gittik. İlk istememizde sağ olsunlar eşimi bana verdiler. Çok güzel bir akşamdan sonra eve döndük. İşte olaylar bugünden sonra başladı.

Eşim ertesi sabah beni aradı ve başından geçen olayı anlattı: Biz gittikten sonra gece 3 ya da 4 civarlarında yatak odasının kapısı çalınmış ve “Sibel” diye bir ses duymuş. Sese uyanan eşim heyecanla doğrulup “Kim o?” demiş. Kapı tekrardan tıklanmış ve yine aynı şekilde “Sibel!” diye seslenmişler. “Annemdir herhalde,” diye düşünmüş ve kalkıp kapıyı açmış ama kapıda kimsenin olmadığını gördüğünde karşı odada yatan annesine, “Kapıyı sen mi çaldın?” diye seslenmiş. “Hayır, ben çalmadım kızım,” deyince eşim bir koşuda annesinin yanına gitmiş. Bana, “Bu sence nedir?” diye sordu. Benim aklıma gelen tek şey farklı boyuttaki varlıklardı. “Çok detaya girmeyeceğim, seni kıskananlar var. Her akşam okuyarak yat,” dedim. Anlayacağınız onu korkutmamak için fazla konuşmadım. Aslına bakarsanız ben de bu olayın üstünde fazla durmadım.

O dönemler eşim üniversiteyi Sakarya’da okuyordu. Okuldan çıktığı bir gün buluştuk ve evde yemek yemek için onun kaldığı eve gittik. Hoş sohbet muhabbetten sonra kalkma saati geldi, vedalaşıp eve geri döndüm. Gece üçte eşim aradı ve “Köpek çok huzursuz, mutfaktaki pencereye bakıp hırlıyor, beni dinlemiyor. O pencereye kitlendi kaldı,” dedi. Bahsettiği köpeği canı sıkılmasın diye ona ben almıştım; adını Pamuk koyduğumuz bembeyaz yavru bir köpekti. “Korkma yavrum, ben geliyorum şimdi,” dedim. “Sakın gelme, ben okur yatarım,” dedi. “Emin misin? İstersen gelirim hemen,” dedim. Tekrar, “Yok canım, gelme, ben yatıyorum,” dedi ve telefonu kapattık.

Sabah erkenden işe gittim. Öğlen saatlerinde izin alıp eşimin yanına geçtim. Morali çok bozuk şekilde beni kapıda karşıladı. Oturduk, bana bir çay koydu ve muhabbete başladık. Sibel, “Akşam telefonu kapattıktan sonra okuyup yattım, saniyesinde uyuyakaldım,” dedi. Korkmuş bir şekilde elimi tutup, “Tanıdığın bir hoca var mı?” diye sordu. Böyle bir soru beklemediğim için şok oldum. “Dur bakalım, biraz sakin ol. Anlaşılan bana anlatmadığın bir şey var. Akşam ne yaşadın sen? Onu bana bir anlatır mısın?” dedim.

Anlatmaya başladı: “Rüyamda Pamuk tekrardan hocama kitlenmiş avlarken birden koltuğun altına saklandı. Pencereye baktığımda simsiyah çarşaflı birinin pencereden içeriye girdiğini gördüm! Avazım çıktığı kadar çığlık attım ama kimse beni duymadı. Rüya olduğunu sabah ezanının sesini duyunca anladım ve çok korktum! Ben eve gitmek istiyorum,” dedi. “Tabi canım benim, yerim ben seni, götürürüm,” dedim. Eşimi ailemin yanına götürdüm. Akşam bizde kaldı. Sabahı eşimi memleketine, ailesinin yanına bıraktım. Bu olaylardan ailesinin henüz haberi yoktu. Hoşbeş muhabbetten sonra akşam yemeği yedik ve müsaade isteyerek Sakarya’ya geri döndüm.

Yol boyunca çok düşündüm, kimden yardım alabilirim diye. Bir yandan bu olayı aileme anlatsam mı diye düşünürken kafamda fırtınalar kopuyordu. Aklıma eşimin öğrenci evi geldi. O akşam orada kalmaya karar verdim. Maksadım aynı olayları benim yaşayıp yaşamayacağımı görmekti. İnsanın başına böyle olaylar gelmediği için korkusuz olur ama işin içinde bir de sevdiği kız varsa gözü hiçbir şeyi görmez. O gece orada kaldım ama hiçbir şey olmadı.

Ertesi sabah işe gittim ve paydostan sonra tekrar Sibel’in evine gittim. Abdest alıp bilgisayarı açtım ve film izlemeye başladım. Akşam ezanı okunmuş, beş dakika olmuştu. Pamuk ayağımın dibinde uyuyordu. Birden kafasını kaldırdı, mutfağın penceresine bakıp hırlamaya başladı. Kafasını okşayarak, “Sakin ol kızım,” dedim. Hipnoz olmuş gibiydi, bana tepki vermiyordu. Durmadan cama bakıp hırlamaya devam ediyordu. Korkmaya başladım. Film izlerken lambaları kapatmıştım, ortam karanlık ve hiçbir şey gözükmüyordu. Kafamı pencereye çevirip baktığımda hiçbir şey göremedim ama baktığım anda tüylerim diken diken oldu! Pamuk’u kucağıma alıp, “Kızım biri mi var orada?” dedim. Cümlemi bitirdiğim anda ağlamaya başladı! Ve o anda pencerenin önünden geçen karartıyı gördüğümde bir anlık refleksle küfürler savurdum. Tabi korkudan hemen bilgisayarı kapattım ve köpeği de alıp evime gittim.

Bu olayı eşime anlattığımda korkusu katlanmıştı. Sakinleştirmeye çalışırken, “Merak etme, bir hoca bulup bu olaydan kurtuluruz. Yalnızca bulana kadar ya sen bizim evde kalacaksın ya da ben senin evinde kalacağım. Seni bu durumda yalnız bırakmak istemiyorum,” dedim. Velhasıl ben eşimin yanında kalmaya başladım.

Mehmet isminde bir hoca bulduk. Böyle işlere Allah rızası için baktığını ve hiçbir şekilde para kabul etmediğini öğrendik. Adresini kuzenimden aldık. Aldık almasına ama hocaya bir türlü gidemedik. Ne zaman niyetlensek gideceğimiz gün ya hasta olur ya da kararlaştırıp yola çıkacağımız anda hocayı unutup deli gibi kendimizi gezmelere vururduk. Üç ayda bu olayı fark edince, “Sabahleyin abdest alıp yola o şekilde çıkalım bakalım, hocanın evine varabilecek miyiz?” dedim. O sabah abdestimizi aldık ve dualar okuyarak yola çıktık. Hiçbir sıkıntı çıkmadı. Hocanın evine varınca kapıyı çaldık. Genç bir bayan çıktı. Mehmet Hoca ile görüşmek istediğimizi söyleyince, “Ben kızıyım, babamı geçen ay kaybettik,” dedi. Şok olmuştuk. “Başınız sağ olsun,” deyip geri döndük. Kafam durmuştu. Şimdi ne yapacağız?

Oldu, silkelenip kendimi topladım ve eşime, “Sen takma kafana, biz hayatımızı yaşamaya devam edeceğiz. Ben araştırır bir çare bulurum. Bunları kafandan çıkar, düşünme,” dedim. Bu olaydan sonra başımıza bir şey gelmedi ve zaman içinde olanları unuttuk.

14 Temmuz 2014 tarihinde eşimle dünyaevine girdik. Çok mutluyduk. Balayına gittik, eğlendik, gezdik tozduk, güzel yaşıyorduk hayatı. Evliliğimizin altıncı ayında eşimi, ailesiyle hasret gidersin diye memleketine gönderdim. Eşimin gidişinin ikinci gününün akşamıydı. Malum, evde tek erkek, bulaşıklar yığılmıştı. Onları makineye dizdim. Mutfağa gittiğimde telefonumu mutfak masasının üstüne bırakmıştım. İşim bittikten sonra telefonumu almak için masaya döndüğümde telefonum koyduğum yerde yoktu! Evin içinde bir saate yakın telefonu aradım ama yoktu. En son yatak odasında yastığın altında buldum! İçime bir ürperti geldi. “Ne alaka?” dedim kendi kendime. Sonrasında çok kafama takmadım, yattım. Evlendikten sonra yaşadığım ilk olay buydu.

Evliliğimizin ikinci senesi olaylar artmaya başladı. Ceviz kabuğunu doldurmayacak sebeplerden dolayı kavgalarımız çoğalmıştı. O kadar şiddetlendi ki bazı akşamlar eşimi evde bırakıp arabada yatıyordum. En ufak şeylerde bile birbirimizi kırmaya başlamıştık. İçimden, “Bizimle uğraşıyorlar,” diyordum. Bunu bildiğim için, elimden bir şey gelmediği için her akşam eşimin kalbini kazanmaya çabalamaya başladım. Ben haklı olduğum zamanlarda bile “Ben haksızım,” deyip eşimin gönlünü alıyordum. Aslında onlarla mücadele ediyordum, farkında olmadan.

Eşimi bir haftalığına annesinin yanına gönderdim. Tek kalıp biraz kafa dinlemek bana çok iyi gelecekti. Gece olduğunda yatmak için odama gittim. Hava çok sıcak olduğu için balkon kapısı açıktı. Sırtım balkon kapısına dönüktü. Tam uyuyacağım anda dışarıdan bir ıslık sesi duymaya başladım. Islık sesi git gide yakınlaşmaya başladı. Bir şeyler olacağı içime doğmuştu. Olayın şokuyla okumak istedim ama dualar aklıma bile gelmedi! Perde birden havalandı! Oda birden soğudu! Arkama bir şey yaslandı! O anı Allah kimsenin başına vermesin! Nefesim ensemdeydi, kalp atışım ayak parmaklarıma kadar indi. Duaların ne başı ne sonu aklıma gelmiyordu. O anda aklıma eşim geldi ve içimi korkuyu unutturacak kadar şiddetli bir sinir bastı! Kendimi toparlayıp birden küfür ederek arkama döndüm! Perdenin dışarıya doğru uçtuğunu gördüm. O anda sanki hipnoz olmuşum gibi saniyesinde uyuyakaldım.

O geceden sonra artık evde gezen siyah gölgeler görmeye başladım. Bu alışkanlık haline gelmişti, onları görünce artık korkmuyordum.

Bir gece eşimle yattık. 3 ya da 4 civarlarındayken gözlerim birden açıldı. Eşime döndüm. Lâ ilâhe illallah! Eşim kalkmış bana bakıyor! Hayatımda öyle büyük bir göz görmedim! Kafamı önüme eğdim ve kendime, “Hayal görüyorsun,” dedim. Sonra tekrar baktım, o gözler daha çok büyümüş ve kızgın bir şekilde bana bakıyor! Tekrar kafamı eğdim ve tekrar baktığımda eşimin uyuduğunu gördüm! O anlık korkuyla belki de hiçbir şeyden haberi olmayan eşimi oracıkta boğazlayıp öldürecektim! Allah’ıma şükürler olsun ki böyle bir şey olmadı.

Bir gece yine evde tektim. Akşam oldu, yatmak için odaya gittim. Dedim ya, o kadar alıştım ki gölgelere, ben odaya girerken onlar da odadan kaçmaya ya da saklanmaya çalışırdı. Ben de “Bana bulaşmayın, ben yatacağım,” diye söylendim kendi kendime. Ya onlar benimle dalga geçerdi ya da ben onlarla… Çarpılmamak kalmıştı farkında olmadan. O gece uyudum.

Rüyamda nihayet benimle uğraşan, daha doğrusu eşimi sahiplenen cini gördüm! Yüzü hariç her yerini görebiliyordum. İnanın o zaman ne söylediğini hatırlamıyorum. Yaşadığım olay şuydu: Cin benim üstümdeydi, o bana ben ona yumruk atıyorum. Garip olan olay, yumruklarımız birbirine ağır çekim gibi yavaş gidiyordu. O anda hem okuyor hem de yumruk atıyordum. Şükürler olsun Rabbim’e, sağ salim sabaha ulaştırdı beni. Sabah kalktığımda sol pazu kasımda bir yanma hissettim ve kalkıp aynaya baktım. Gördüğüme inanamadım; el izi vardı! Ama normal bir insanın el izinden iki kat daha büyük parmak izleri vardı! Tek parmak izini iki parmağımla ancak kapatabiliyordum!

Olaylar çığırından çıkmaya başlamıştı. Yaşadıklarımı eşime ve kendi aileme açmaya karar verdim. Önce babama söyledim. “Bir şey olmaz, fazla düşünme. Okuyarak yat, Ayetel Kürsi okumadan yatma,” dedi. İyi hoş söylüyorsun lakin ben bunları okuyamıyorum! Bir duaya başladığımda daha duayı bitiremeden uyuya kalıyorum ya da okumaya başladığımda duadan çıkıp kendimi başka şeyler düşünürken buluyorum! Kolumdaki izin resmini çektim.

Eşimin tarafının tanıdığı bir bayan hoca varmış. Onunla görüşmem için beni Bolu’ya çağırdılar. Cumartesi günü arabama atlayıp gittim. Bayan hoca ile buluştuk. 35-40 yaşlarında, hafif kilolu bir bayandı. Başımdan geçen olayları anlattım, en büyüğünü sona bırakmıştım, hocayı deniyordum çünkü. “Sana okunmuş su vereceğim, Sibel’le bunu için. Sonra size arkadaşlarımla beraber okuyacağız. Sizde nazar var, başka bir şey yok,” dedi. “Peki o zaman şöyle bir şey göstereceğim size,” dedim. Cebimden telefonu çıkarıp kolumdaki izi gösterip, “Bu da mı nazar?” diye sordum. Kadın o resmi görünce anlam veremediğim bir şekilde, “Bu resmi bana at, ben sana akşam haber vereceğim,” dedi. Bulunduğumuz yerden hızlıca kalkıp oradan uzaklaştı. Biz de arkasından bakakaldık. Eşim, “Bu ne zaman oldu?” diye sordu. Bu olayı kimseye anlatmamıştım, kimsenin anlamsız bakışlarını çekecek halde değildim çünkü, dedim. Eşim bir şey demeden sustu.

Akşam oldu, hoca aradı ve “İbrahim Bey, benim Elazığ’da hocam var. Bu resmi ona da attım. O sizi yarım saat sonra arayacak,” dedi. Teşekkür edip telefonu kapattım. Benden para isteyecek diye bir his kapladı içimi. Yarım saat sonra aradı. “İbrahim Bey merhaba, ben Arzu Hoca. Olayı uzatmadan lafa girmek istiyorum. Sizin yaşadıklarınız iyi değil. O resmi gördüm ve başınızın gerçekten belada olduğunu söylemek istiyorum,” dedi. O an anlamsız bir sinir geldi üzerime. Kızgın bir şekilde, “Ama Arzu Hanım, durum nedir ve bu olay bana kaça patlayacak?” diye sordum. “3800 lira tutacak. Keçi derisi, özel bir mürekkep, doğadan toplanması gereken bitkiler ve birçok değişik malzeme lazım,” dedi. “Çok teşekkür ederim Arzu Hanım, bana lazım değil bunlar,” dedim ve telefonu suratına kapattım. Bu işin içine para girince kimseye güven olmaz, bu işler de bana çok yanlış gelirdi.

Başıma gelen olayların yüzde doksanı eşim evde yokken olurdu. Kayınçomun samimi olduğum Ümit isminde bir arkadaşı vardı. “Seni onunla tanıştırayım, hoca değil ama bazı şeyleri görmüş ve geçirmiş biri,” dedi. Kabul ettim ve buluştuk. Bir kafede oturduk ve izi Ümit ağabeye gösterdim. “Öncelikle bu resmi telefonundan sil. Ben seni okuyacağım ve bu dertten kurtulacaksın,” dedi. “Allah razı olsun, peki bu nedir?” diye sordum. “Böyle şeyleri düşünme, kafanı bunlarla meşgul etme. Boş ver, ben halledeceğim,” dedi. Ama benim ısrarlarıma dayanamadı ve biraz da olsa anlattı: “Bak kardeşim, bu cin Hristiyan. Senin kolunda İbranice bir yazı var. Ne yazdığını sorma, kendini yırtsan da parçalasan da söylemeyeceğim,” dedi. “Eyvallah, kurtulayım da…”

Babamın söylediklerini Ümit abi de söyledi: “Okuyacaksın, okumadan yatmayacaksın. Abdestin mutlaka olacak. Yatarken, gezerken, ne yaparsan yap muhakkak abdestin olacak,” diye sıkı sıkı tembihledi. İkinci kahvelerimizi söylemiştik, kahvelerimiz geldi. Ümit abi başladı konuşmaya: “Gaybı bilmek Allah’a mahsustur, hiçbir varlık geleceği göremez,” dedi ve benimle ilgili şeyler anlatmaya başladı. Söylediklerinin yüzde doksanı doğruydu! Daha ilk gördüğüm adamın benim hakkımda bildiklerini duyunca, “Ümit Abi, sen boş değilsin,” dedim. “Benim de görüp geçirdiklerim oldu. Benim cinlerim var, onlardan duyduğumu söylerim. Kafamdaki sesleri dile getiriyorum,” dedi. Şaşırmıştım. O zaman aklıma gelen tek şey, “Bende de cinler var mı? Ben de böyle şeyler yapabilir miyim?” diye sormaktı. Çok güldü ve “Bak İbrahim, bu olaylar o kadar basit değil. O yüzden bu işlerden uzak dur,” dedi. Sormuştum bir kere, “Ya var ya yok diyeceksin, bu kadar basit,” dedim. Konuşmaya başladı: “İyi bak kardeşim, sende iki tane cin var. Biri erkek, çok yaşlı, sana zararı olmayacak ama seni koruyor,” dedi. “İkincisi ifrit, sana aşık olan bir cin var. Hatta sana bir kere gözükmüş,” dedi. “Nerede, ne zaman?” diye sordum. Oturduğum yere giderken yol üzerinde bir su kaynağı olduğunu söyledi ve “Sana ilk gözüktüğü yer o kaynak,” dedi. Bunu söylediğinde iyice inanmaya başladım. Devam etti: “Kaynaktan su doldurduğun esnada sen onun yanından geçmişsin. O sana çok bakmış. Eğer ki sen de ona baksaydın, senin yanına çağırıp elini uzatacakmış. Şayet sen de yanına gidip elini verseydin, belki de burada olmayacaktın,” dedi.

Gözlerim yerinden fırlayacak şekilde Ümit ağabeye baktım. “Ne oldu?” diye sordu. “Abi, on sekiz yaşındaydım! O kaynak benim eve gidiş güzergahımdadır, her zaman oradan geçerim. Beyaz elbiseli, sarı saçlı bir kız vardı, elinde bidonla kaynaktan su dolduruyordu. Evet, çok güzeldi. İsteksizce bakıp hemen kafamı yere eğdim, kız beni yanlış anlamasın diye. Yürüyüp yanından geçtim,” dedim. Ümit abi konuyu anlayınca ısınmıştı. “Benim hocam var, onun yanına gidelim mi?” diye sordu. “Olur,” diyerek onayladım. Aradı, müsait olduğunu ve bizi beklediğini söyledi. Arabaya atlayıp hocanın yanına gittik.

Hoş geldin faslını geçtikten sonra beni bir divana oturttu ve karşıma geçti. “Kendini serbest bırak, hiç korkma,” dedi. Olacakları tek tek anlattı ve içime cin girecek dedi. Ben “Nasıl girecek?” diye sorduğumda, “Konuşma!” dedi. Sustum. İçime girdi mi girmedi mi bilmiyorum ama oturduğum koltuktan havalanıyormuşum gibi hissediyordum. Korkudan gözlerimi açamadım. Yaklaşık beş dakika sonra içimde bir şeylerin kaynadığını hissettim ve hoca devamlı okuyor, kendi kendine fısıltılarla konuşuyordu. Sonunda, “Hadi geçmiş olsun, kalkabilirsin,” dedi. İnanın hiçbir şeyim kalmadı, gayet huzurla doldu içim. Neşem, gücüm, keyfim yerine geldi. “Allah razı olsun hocam. Neyim varmış?” dedim meraklı bir şekilde. Güldü ve “Ümit abi sana anlatmış, gerisi bizim işimiz. Hallettik Allah’ın izniyle,” dedi.

Yaklaşık altı ay çok rahattım. Bir gece 11 gibi evde kapı çalındı. Kalktım, kapıyı açtım, kimse yoktu. “Ulan mahallenin veletleri gene şımarıyor,” dedim kendi kendime. Üstümü değiştirip dışarı çıkacağım esnada içime bir ürperti geldi. Fazla önemsemedim. Kapıyı kapatıp ayakkabılarımı giydiğim anda kapı tekrar çalındı! Ama bu sefer evin içinde çalınmıştı! Korkuyla kapı kolunu tutup açılmasın diye kendime çektim. Kapı birden titremeye başladı! Arkadaki her neyse kapıyı kıracak şekilde daha çok sert vurmaya başladı! O sırada Euzu Besmele çekip okumaya başladım. Titreme durduğunda hızlı bir şekilde evden uzaklaşıp Ümit abiyi aradım. “Abi böyleyken böyle oldu,” dediğimde, “Okudun mu?” diye sordu. “Evet.” “Sesler durdu mu peki?” dedi. “Evet.” “Ayetel Kürsi’yi 7 defa üzerine oku ve kapıyı aç ama içeri girme. İçeride oku öyle gir. Sonra oturma odasına, sonra yatak odasına, sonra çocuk odasına, sonra da mutfağa oku. Sesler duymaya başlarsan korkma,” dedi. Dediklerinin her birini teker teker yaptım. Allah’ıma şükür ses falan duymadım. Hemen yatıp uyudum.

Ertesi akşam televizyon izlerken uyuyakalmışım. Rüyamda onlardan kaçıyordum. Beni tam yakalayacakları anda uyanıp… O an uyuyakaldığımı fark ettim. Kafamı yattığım yerden sağa doğru çevirdiğimde siyah bir varlığın bana baktığını gördüm! Tam kalkacağım esnada süratli bir şekilde yanıma gelip boşluğuma sağlam bir tekme attı! Onun acısıyla gözlerim iyice açıldı. Rüya içinde rüya gördüğümü anladım. Kalkıp mutfakta bir şeyler atıştırdım. Sonra yediklerimi toplarken mutfak kapısının önünden küçük bir gölge geçti. Onlara alıştığım için korkuyla karışık bir tebessüm oluştu yüzümde. On saniye sonra iki metreyi bulan bir gölge daha geçti. Bunun hiç acelesi yokmuş gibiydi, yavaş bir şekilde kapının önünden geçip banyoya girdiğini gördüm. Arkasından hızlıca banyonun kapısını açtım. Açmamla kapının suratıma patlaması bir oldu! Lambaları açık bırakarak sadece evin anahtarlarını alıp ailemin yanına gittim. Annem görünce, “Ne oldu?” diye sordu. “Bir şey yok, evde tektim ya, canım sıkıldı, gelip burada kalmak istedim,” dedim. Sağ olsun annem bir yatak hazırladı ve o geceyi orada geçirdim.

İşyerinde Cemal diye bir arkadaşım var. Sabahleyin çayında yanıma gelip, “İbrahim, sana soracağım soracağım da…” Lafı bitmeden, “Sor kardeşim, buyur,” dedim. “Son zamanlarda çok düşünceli gördüm seni. Yanımıza da gelmiyorsun. Bir sıkıntı falan mı var?” diye sordu. “Var kardeşim, hem de çok büyük sıkıntılarım var. Artık baş edemiyorum, ne olacak bilmiyorum,” dedim. “Anlat kardeşim, belki yardımım dokunur,” dedi. “Akşam çıkışta bir yerde oturup konuşuruz,” dedim.

Akşam olunca Cemal’le beraber bir yerde oturduk ve başımdan geçenleri bir bir anlattım. “Ahmet kardeşim, neden daha önceden anlatmadın? Benim tanıdığım bir hoca var,” dedi. “Cemal, para istemiyor değil mi kardeşim?” dedim. Güldü. “Hayır kardeşim. Ben arayayım, yarın müsaitse alışveriş merkezinde buluşuruz, yanına gideriz,” dedi. Cemal’le ayrılıp evlere dağıldık.

Saat akşam 8 civarı televizyon izlerken birden elektrikler kesildi. Yerimden oynayamadım, korku kapladı içimi. Her yer karanlık oldu, sadece sokaktan geçen arabaların ışığı arada bir aydınlatıyordu. Oturma odasının kapısında birinin olduğunu hissediyordum ama korkudan bakamıyordum. Sonunda cesaretimi toplayıp baktım… Aman Allah’ım! O neydi öyle! Kapının sol üst köşesinde bana bakan, gözleri ateş gibi parlayan ve derisi sanki dökülen bir varlıkla göz göze geldik! Kafamı hemen pencereye çevirdim, gelen geçen insanlara ve arabalara bakmaya başladım. Acaba avazım çıktığı kadar bağırsam birileri imdadıma gelirler miydi? Tekrar kapıya baktığımda gözlerin iyice büyümüştü! Ağzından siyah bir şeylerin aktığını gördüm! Kafamı tekrardan pencereye çevirdim. “Allah’ım, bu sefer öleceğim,” dedim. Kalp atışım o kadar kuvvetliydi ki sanki oturduğum yerden beni titretiyordu. Psikolojim allak bullak olmuştu. Korkum bu sefer sinire döndü. Yine kendimi toparlayıp kafamı birden ona doğru çevirip baktım ama onu orada göremedim! Ben o gece koltukta uyudum.

Sabah Cemal’i on çayında buluşup ona dün gece yaşadığım olayı anlattım. Cemal huzursuz görünüyordu. İç çekerek konuşmaya başladı: “Bak kardeşim, dün ben hocayı aradım ve olayları anlattım. Lakin onların hoşuna gitmemiş olacak ki dün gece seninkiler bana geldi,” dedi. Şaşırdım. “Nasıl yani?” dedim. “Eşimle gece yattık. Bir ara yorganımın kalktığını gördüm. Kolumun altına doğru emekleyerek gelen bir kadın görünce hemen kolumu yorganın içine sokup okumaya başladım. Bana, ‘Ona yardım etmeyecektin! Ona yardım etmeyeceksin!’ diye bağırıp durdu. Rüyaymış… Eşim uyandırdı, ‘Ne oldu? Neden ezan okuyorsun?’ diyordu bana.”

İş çıkışı hocanın yanına gittik. Hocanın ismi İsmail’di. İsmail hoca bizi kapıda karşıladı. 50-55 yaşlarında, beyaz saçlı, sakalı yoktu. İçimden, “Bu nasıl hoca?” diyordum, şaşırmıştım. Cemal, İsmail hocaya “amca” diye hitap ediyordu. Ben de “amca” demeye başladım. “Anlat bakalım yeğenim, neler yaşadın, neler oldu?” diye sordu. Ben başımdan geçenleri tek tek anlattım. İsmail amca en sonunda, “Amca, artık kendimi öldürmek gibi düşüncelere kapılmaya başladım…” dediğimde, “Bilirim yeğenim, seninle küçük çocuk gibi oynarlar, sonra da aklına girip seni intihara kadar getirirler. Halledicez,” dedi. Eşine seslenip, “Hanım, bize çay koyuver,” dedi ve karnımızın aç olup olmadığını sordu. Aç olmadığımızı söyledik. Amcanın yanında kendimi çok güvende hissetmiştim. O da bunun farkına vardı ki bana bakarak güldü. Emin bir şekilde, “Tamam yeğenim, bu iş oldu bil,” dedi.

Çaylarımızı yudumladık. Akşam ezanından sonra, “Haydi başlayalım,” dedi. Gözlerini kapatıp birkaç dua okuduktan sonra kendi kendine konuşmaya başladı. Ben size kulaklarımla duyduklarımı söylüyorum: “İbrahim… Evet… Evet… Tamam… Gidin bakın… Hallet…” dedi. Gözlerini açtı ve bana bakıp gülümsedi. Beş dakika boyunca amca hiçbir şey söylemedi. Tekrardan gözlerini kapattı. Dikkatimi çeken bir husus da şuydu: Amca her gözlerini kapattığında yüzü kıpkırmızı oluyordu. Normalde böyle bir olayı başka bir hocanın başında yaşasaydım bana çok saçma gelirdi, ‘Kesin yalan söylüyor, kesin de palavralar anlatacak,’ derdim ama bu, diğer hocalara hiç benzemediği için içim gerçekten çok rahattı. Onu hiç yadırgamadım. Belli bir süreden sonra amca gözlerini açıp bana baktı: “Yeğenim, sende bir şey yok. Senin eşine musallat olan cinler, siz evlendikten sonra aranızı bozmaya çalışmış. Sen eşini sevdiğin için ve çoğu kavganızı alttan aldığın için, yani devamlı eşinin kalbini kazandığın için onlar sana yoğunlaşmışlar. Allah’ın izniyle artık sen de eşin de bu akşamdan sonra rahatlayacaksınız. Eşin eve gelsin artık,” dedi. Eşimin evde olmadığını söylemiştim amcaya. Bakarak güldüm ve “Tamam,” dedim. Amca, “Eşin geldikten sonra evinize gelip hem eşini hem de evi okuyacağım,” dedi.

Oradan çok mutlu bir şekilde kalktım. Allah razı olsun amcadan. Bir ay boyunca her gün, “Bir sıkıntı var mı?” diye aradı. Eve geldi, eşimi ve evi okudu. Üç senedir hiçbir olay yaşamadım. Amcadan ve onun yardımcılarından Allah bin kere razı olsun. İnsanlar dikkat etsinler, ortalıkta ‘hocayım’ diyerek insanların zaaflarından yararlanan insanlar var, tuzağa düşmesinler.

Views: 8

İlginizi Çekebilir:Dağdaki Büyülü Altın | Korku Hikayesi
share Paylaş facebook pinterest whatsapp x print

Benzer İçerikler

The Jinn's Gold | True Horror Story
Cinlerin Altını | Gerçek Korku Hikayesi
My Friend's Jinn Wedding | A True Horror Story
Arkadaşımın Cin Düğünü | Gerçek Korku Hikayesi
Saksıdaki Lanet | Paranormal Hikaye
Saksıdaki Muska | Paranormal Hikaye
The Power I Stole From the Fortune Teller | True Horror Story
Falcıdan Çaldığım Güç | Gerçek Korku Hikayesi
The Jinn Wedding in the Cemetery | A True Horror Story
Mezarlıktaki Cin Düğünü | Gerçek Korku Hikayesi
The Curse of the Luck Spell | A True Horror Story
Şans Büyüsünün Laneti | Gerçek Korku Hikayesi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Paranormal Dergi | © 2025 |