Kağıt Toplayıcısı ve Kara Köpek | Paranormal Hikaye
Paranormal Hikaye: Yaşlı bir kağıt toplayıcısı, gece rutininde tuhaf bir yaratığı öldürür. Sadık sokak köpeği Kara’nın garip davranışları ve gördüğü kabusun ardından korkunç bir intikamla yüzleşir.
Tekerlerin gıcırtısını azalsa da istediği kadar azaltamamıştı. “Yaşlandım yine de… Olduğu kadar,” deyip harekete geçmişti kâğıt toplayıcısı. On sekiz yıldır bu metropolün binlerce kâğıt toplayıcısından biriydi. Uzun zaman önceydi karısının iki çocuğuyla birlikte evi terk edişi, çok uzun zaman önceydi. O günden beri yalnız kalışı… “Kötü bir adam değilim aslında,” diye geçirdi içinden. Evet, kötü biri değildi ama iyi olmak aileyi bir arada tutmaya yetmiyordu işte. Sorumlulukları taşıyamaması bir yana, alkol sorunu da işin içine eklenince karısını durdurabilmek mümkün olmamıştı.
Kaç sene oldu çocuklarını görmeyeli? Hatırlamaya çalıştı ama hatırlayamadı. Onları en son gizlice gördüğünü hayal meyal hatırlıyordu sanki. Lanet olası tekerler hâlâ gıcırdıyordu.
Biraz daha ilerledi ve sonunda şehrin merkezi bölgesini az geçince her zaman durduğu köşede beklemeye başladı. Çok beklemeyecekti, biliyordu. Nitekim beklenen misafir gözükmüştü bile: Kara. Kara, tipik bir sokak köpeğiydi; tıpkı o da kendisi gibi yaşlı ve çelimsizdi.
İhtiyar, hemen her gece bu vakitte yola çıkar, yolunun üzerindeki tüm çöp konteynerlerini dolaşır, caddeleri arşınlar, boş mekânları kollar ve bulabildiği ne kadar kâğıt atık varsa toplardı. Bu arada şişeleri ve daha başka ilginç metalleri de bulursa almazlık etmezdi. Köpeği Kara da her gece onunla tam bu saatte, bu köşe başında buluşurdu. Siyah renginden ötürü Kara demişti ona. Kolay düşünürdü yaşlı adam ve kolay yaşardı. Çocuklar için kâğıt toplayıcılığı acınası bir meslek gibi gözükse de onun için gayet yeterli bir ekmek kapısıydı. Kimi zaman günlük kazancı altmış lirayı bulabiliyordu.
Kara, yaşlı adamın yanına varınca, ihtiyar torbasından çıkardığı ıslak ekmek parçalarını ve biraz da kemiği köpeğin önüne bıraktı. Köpek, ona sanki teşekkür edercesine hafif bir iniltiyle karşılık verip önündeki yemekleri yemeye başlamıştı bile. İlginç bir köpekti Kara. Her gece onunla burada bu saatte buluşur, beraber kâğıt toplarlar ve sonra yine tam burada ayrılırlardı. Kara onunla yaşamıyordu. Birkaç kez onu evine götürmeye çalışsa da köpek, derme çatma evinden kurtulup kayıplara karışmış ve ertesi gece yine burada onun yanına gelmişti. Sonunda yaşlı adam onu eve götürme çabalarından vazgeçmişti. O, Kara’nın sahibi değildi ama Kara onun iş arkadaşı olmuştu.
Birileri köpek yemeğini bitirdikten sonra işe koyuldular. İhtiyar, diğer kâğıtçılardan daha geç işe başlıyor ve sabaha kadar süren bir mesaiyle işini tamamlıyordu. Sanılanın aksine gece yarısı çalışmak hem daha güvenli hem de bereketli olabiliyordu. Gerek gece devriyesindeki polisler, gerekse o saatlerde açık olan esnaf için o, ‘Kâğıtçı Dayı’ydı.
Alçak bir sesle türkü söylerken bir yandan hemen önünde sallanan kuyruğuyla yürüyen Kara… O basit hayatının özetiydi aslında: Ekmeğini çöpten, dostunu hayvandan bulmuştu. Düşüncelerinden sıyrılmasına sebep olan yere geldiğinde omzundaki arabasını durdurdu toplayıcı. Onunla birlikte Kara da durmuştu. Karşı caddedeki temeli atılmış ama inşası devam etmemiş olan harabe yapıya baktılar bir müddet. Bodrum katından ibaret olan bu taş yapı her nedense tamamlanmamıştı. İhtiyar yıllardır buranın neden böyle kaldığını hiç bilemiyordu. Sadece iki kez inşaatın bodrumuna inmişti. Orada atılmış boş şişeler ve çokça kâğıt, karton bulunmaktaydı. Ama bir şey daha vardı ve o her neyse, ihtiyar için üçüncü kez oraya inmeme düşüncesini ortaya çıkarmıştı. Cesur bir adamdı toplayıcı ve çoğu insana göre korkusuz bile sayılabilirdi ama içgüdülerini de dinlerdi. İçindeki his, her neyse, oraya bir daha inmemesi gerektiğini söylüyordu. Bir daha inmemişti zaten oraya.
Kara’nın kısa bir havlaması ile dikkatini tekrar önüne veren toplayıcı, yoluna devam etti. Hedefinde gecekondu mahallesinin hemen arkasındaki boş arsa vardı. Oradaki konteynırlar genelde hep dolu olurdu ve pek çok kâğıt toplayıcısı o kısma pek gitmezdi.
En sonda konteynırların yanına geldiğinde bir ses duydu ansızın. Kedi ya da fare olabileceği ihtimaliyle her zaman yanında taşıdığı demir çubuğu çeketin gizli bölgesinden çıkardı. Konteynerin arkasına dolandığında yerdeki yılanı fark etmesiyle çubuğu tepesine indirmesi bir olmuştu. Ama yılan, çevik bir hareketle konteynerin altına kaçmıştı. Bu arada Kara durmadan havlıyor, yaşlı adamın etrafında dört dönüyordu. “Sus Kara!” İhtiyar, dikkatli hareketlerle çubuğu rastgele konteynerin altına sokup çıkarmaya, bir yandan da sallamaya başlamıştı. Kara havlamaya ve adamın çevresi etrafında zıplamaya devam ediyordu, sanki ihtiyarı oradan uzaklaştırmak istermiş gibi dikkatini çekmeye çalışıyordu ama yaşlı toplayıcı köpeği umursamıyordu.
Derken yılanın başını konteynerin hemen yanından çıktığını fark eden ihtiyar, kendisinden beklenmeyecek bir hızla demir çubuğu tekrar salladı. Ama bu kez hedefi tutturmuştu. Çubuk darbeleriyle başını ezdiği yaratığı, çubuk yardımıyla konteynerin altından çıkardığında onun bir yılan olmadığını ama gördüğü en büyük kertenkele olduğunu anlamıştı yaşlı adam. Kara, havlamalarını azaltmış ama bırakmamıştı. Köpeğe doğru dönen adam, “Bak şuna Kara! Hiç bu kadar büyük kertenkele görmüş müydün?” diye seslendi. Kara hem havlıyor hem de kırılıyordu. “Alıcı istersen koçum,” diyerek ölü kertenkeleyi köpeğin önüne attı ihtiyar. Köpek korkuyla geri çekilip, daha önce ihtiyarın duymadığı garip sesler çıkararak karanlığın içine doğru koşturmaya başlamıştı. Arkasından seslense de ihtiyar, az sonra köpeğini göremez olmuştu. “Çok korktu herhalde,” diye söylendi toplayıcı, işine devam etti.
Tan yerinin ağarmasına iki saatten az bir vakit kala ihtiyar evine dönmüş, topladığı atıkları ayırmakla meşgul olmuştu. İşleri bitince dolabında sakladığı votkadan bir bardak daha içmiş, keyifle ayaklarını uzattığı kanepesinde 37 ekran televizyonunu kurcalamaya başlamıştı. Birazdan gün ağaracaktı ve o da nimetlerini geri dönüşümcüye götürüp parasını alacaktı. Karanlıkta uzandığı kanepesi üzerinde yudumlarken bardağını, dış kapıdan gelen sesle irkildi hafifçe. Kapıyı açık mı bırakmıştı? Hayır, kapattığından emindi. Yine de huzursuz olmuş ve kapıya gidip bakması gerektiğini düşünerek kalkmak istemişti ama kalkamamıştı. Yaşlı adam yattığı yerden kımıldayamıyordu. “Ne oluyor?” diye kendi kendine sorarken, az önce duyduğu sürtünme sesinin daha da yakından geldiğini fark etti. Biri sanki ayaklarını sürüyordu ilerlerken. İhtiyar bütün gücüyle kımıldamaya çalışsa da göz kapaklarını dahi oynatmaya muktedir olamamıştı. Ses şimdi daha yakındaydı.
Ve sonunda sesi çıkartan şeyi odasının kapısında görünce içgüdüleri buz kesmişti adeta. Kapının önünde, yıllar önce kendisini terk eden karısı, sanki hiç yaşlanmamış bir şekilde öylece duruyordu. Saçları dağınık ve üzerinde kırmızı bir gecelik vardı. Ama en çok dikkatini çeken şey, avuçlarının arasında tuttuğu kaya parçasıydı. Karısına seslenmek istediyse de dudaklarını kımıldatamamıştı. Kadın, ayaklarını sürüyerek yaşlı adama doğru ilerledi. Kadının gözlerindeki bakışta tanıdığı hiçbir şeye rastlamamıştı ihtiyar toplayıcı. Kafasından, “Bu benim karım değil!” diye geçirdi. Kadın taş parçasını havaya kaldırdı ve kaldırdığı anda fark etti ki kadının elinde tuttuğu bir taş değildi; elinde tuttuğu şey, ihtiyarın kendi kafasıydı! Kadın hiçbir şey söylemeden, ihtiyarın kafasına kendi başını hızla indirdi. Ve ancak o an kâğıt toplayıcısı dehşetle bağırabildi. Kısa bir an için nerede olduğunu unuttu ama sonra lanet bir kâbustan uyandığını anladı yaşlı adam. Yattığı kanepeden düşmüş, kendini yerde bulmuştu. “Ne ara uyudum ben?” diye söylendi ihtiyar. Gün ağarmıştı.
İkinci gece… “Nerede kaldı bu köpek?” Neredeyse yarım saat olmuştu ve Kara hâlâ buluşma yerine gelmemişti. Dün gece de garip davranmıştı zaten. Yaşlı kâğıt toplayıcısı daha fazla beklememeye karar verdi. “Ya hastalandı ya da daha sonra gelir, bulur beni,” diye düşünerek arabasını hareket ettirdi. Sabaha doğru gördüğü kâbus yüzünden gündüz uykusunu yatmaktan vazgeçmişti ve bu yüzden şimdi uykusu vardı. “İhtiyar, bu gece çok dolaşmamalı,” dedi kendi kendine.
Her zaman önünden geçtiği yarım bırakılmış inşaata yaklaştığında birden Kara’yı gördüğünü sandı. İnşaatın önünde gördüğü köpek Kara mıydı? “Kara oğlum!” diye seslendi köpeğe doğru. Köpek ona baktı ve sanki “Benim,” dercesine boynunu kırıp aşağıya uğuldayıp sonra inşaata doğru koşmaya başladı. İhtiyar, köpeğe yetişmek için adımlarını hızlandırmışken Kara ansızın inşaatın içine doğru giriverdi. Kâğıt toplayıcısı, Kara’nın peşinden çok kısa bir tereddüt geçirse de yine de köpeğin ardından inşaata girmekte tereddüt etmemişti. O lanet olası yer onu ürkütse de daha önce de buraya girmişti ve nasılsa yine çıkacağından emindi.
“Kara! Neredesin oğlum?” diye seslendi içeride. Ne sokak lambalarının çıplak kolonlara vuran cılız aydınlığı ne de ay ışığı yeteri kadar aydınlatmıyordu içerisini. Kara siyahtı ve gece de karanlık… “Kara!” Tekrar tekrar seslendi ihtiyar. Sonra arkasından biri seslendi: “Oradayım!” Sesin geldiği yere döndüğünde karşısında Kara’yı öylece dikilmiş buldu. Nasıl yani? Konuşuyor muydu köpek? Öylece durmuş, gözlerini yaşlı kâğıt toplayıcısına dikmiş bir vaziyette yerinden kımıldamıyordu. İhtiyar adam, sesinin titremesine mani olmadan tekrar seslendi: “Kara, sen misin?”
Köpeğin cevabı hiç beklenmedik şekilde gelmişti. Yaşlı adamın üzerine doğru atılırken vücudu ve kafası bir anda büyüdü. Öne çıkan sivri dişleri sanki bir köpeğe değil de bir kaplana aitmiş görüntüsü vermiş ve en kötüsü gözlerinden çıkan alevler olmuştu. İhtiyar toplayıcı korku dolu bir çığlık atarak gerisin geriye hareketlenmiş ama hemen arkasındaki kolon boşluğunu görememişti. Kolon boşluğu, yaklaşık bir çocuğun içinden çıkamayacağı genişlik ve derinlikteydi. Eğer yaşlı adam, kolon boşluğuna saplı demir çubukların üzerine düşmeseydi, oradan çıkması pek zor olmayacaktı. Ama ihtiyar için o düşüş, ölümcül bir düşüştü. Çubukların üzerine sırt üstü düştüğü anda sırtından girip göğsünden çıkan üç adet demir çubuğun acısını ona bir an için unutturan tek şey, çukurun başında dikilen Kara olmuştu.
İhtiyar, acı ve şaşkınlık içinde izledi. “Kara değilsin sen!”
Köpek sanki sırıtıyordu. “Ama sen de pek akıllı değilsin!”
“Hayvan! Sen cesaretli oğlumu öldürdün, kahrolası!”
“Anlamıyorum…”
Köpek konuşmaya devam etmişti: “Dün gece o kertenkeleyi sen öldürdün! Benim oğlumdu! Bizden birini öldürmenin cezası ölümdür!”
Yaşlı adam anlamıştı. Köpek ‘bizden biri’ dediği anda ‘bizden’ ile kastettiklerinin kimler olduğunu hemen anlamıştı. “Ya Allah aşkına bilmiyordum! Ne olur yardım et! Bir bilseydim…”
“Lanet olası! Bilmeliydin! Size akıl verildi ya! Bahaneniz yok!” diye kestirip attı köpek. Sonra yanında başka köpekler de belirmeye başladı. Hepsi de simsiyahtılar ve hepsi de ölmek üzere olan yaşlı adama sırıtarak bakıyorlardı.
“Tıpkı rüyamdaki gibi,” diye düşündü ihtiyar. Yattığı yerde kımıldayamıyordu ve ölüyordu. “Allah’ım, bu da kâbus olsun ne olur! Uyanayım!” Bunlar aklından geçen son düşüncelerdi. Yaşlı adam bir daha uyanmadı.
Cesedi ertesi gün bulunduğunda, civar esnaftan çok az kişi onun ölümüyle ilgilendi. Asıl ilgilerini çeken ise yaşlı kâğıt toplayıcısının öldüğü gün, onunla beraber gezdiği köpeğin de başka köpeklerce boğularak öldürülmesi olmuştu.
Views: 7