Kız Kulesi’nin Altındaki Gizli Geçit | Paranormal Yerler
Paranormal Yerler: İstanbul’un incisi Kız Kulesi, hakkında anlatılan efsaneler ve sırlarla doludur. Bunlardan biri, gizemli bir not defteriyle ortaya çıkan, denizin altındaki gizli bir yapıya uzanan geçitten bahseder.
- Kız Kulesi’nin Altındaki Gizli Geçit | Paranormal Yerler
- Kız Kulesi: Bir İstanbul Sembolünün Tarihi ve İsimleri
- Kule Efsaneleri: Kral Kızlarından Kutsal Buluşmalara
- Yılan Kehaneti ve Hapsolan Prenses
- Hızır ve Musa'nın Buluşma Noktası
- Sir Francis Crick'in Keşfi: Gizli Geçit Ortaya mı Çıktı?
- Spekülasyonlar ve Cevapsız Sorular
- Son Söz
- Kaynakça
Kız Kulesi: Bir İstanbul Sembolünün Tarihi ve İsimleri
İstanbul Boğazı’nın tam ortasında, Üsküdar Salacak kıyılarının yaklaşık 150-200 metre açığında, şehrin ruhunu belki de en iyi yansıtan yapı yükselir: Kız Kulesi. O, basit bir deniz feneri ya da tarihi bir kuleden çok daha fazlasıdır; romantizm, melankoli ve sayısız bilinmezlikle örülü bir sembol, İstanbul’un Tarihi Alanları kapsamında UNESCO Dünya Mirası Listesi’nin de ayrılmaz bir parçasıdır. Marmara Denizi ile Karadeniz’i birleştiren akıntıların ortasındaki yalnız konumu, yüzyıllar boyunca insanların hayal gücünü ateşlemiştir.
Bu stratejik noktaya ilk yapının tam olarak ne zaman inşa edildiği tarihin sisleri arasında kaybolmuştur. Kesin ve kesintisiz kayıtlar bulunmamaktadır. Ancak bazı antik kaynaklar, MÖ 410 civarında Atinalı komutan Alkibiades’in Karadeniz’den gelen gemilerden vergi almak amacıyla burada bir gümrük istasyonu kurdurduğuna işaret eder. Başka kaynaklar ise ilk mimari yapılaşmayı MÖ 341 yılına kadar götürür. Kesin olan şu ki, bu küçük adacık üzerinde çağlar boyunca defalarca yapılar inşa edilmiş, yıkılmış ve yeniden yapılmıştır.
Kulenin eski isimleri, onun bu uzun ve katmanlı tarihini yansıtır. Antik çağlarda Arkla (küçük kale) veya Damalis adlarıyla anıldığı bilinir. Damalis isminin, burada gömülü olduğu rivayet edilen Atina Kralı Khares’in karısının adından geldiği söylenir. Özellikle Avrupa kaynaklarında sıkça rastlanan bir diğer isim ise Leander Kulesi‘dir (Leander’s Tower). Bu isim, aslında Çanakkale Boğazı’nda (Hellespont) geçtiği düşünülen Hero ile Leander’in trajik Yunan efsanesiyle ilişkilendirilir. Bu isim karışıklığı bile, kulenin her zaman sahip olduğu romantik ve efsanevi havayı vurgular. Bizans döneminde ise “küçük kale” anlamına gelen isimlerle de anılmıştır.
İstanbul’un 1453’te Fatih Sultan Mehmet tarafından fethinden sonra, adacık üzerindeki mevcut Bizans kulesi yıktırılmıştır. Yerine ilk olarak ahşap bir gözetleme kulesi inşa edilmiştir. Ancak bu ahşap kule, 1719 yılında çıkan bir yangında kül olmuştur. Bunun üzerine, 1725 yılında dönemin sadrazamı Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’nın emriyle, şehrin baş mimarı tarafından taştan yeniden inşa edilmiştir. Zaman içinde kule çeşitli onarımlar ve değişiklikler görmüştür. Özellikle Sultan II. Mahmud döneminde, 1832-1833 yıllarında yapılan kapsamlı restorasyonla kule bugünkü Barok üslubundaki görünümüne kavuşmuştur. Üst kısmı yeniden düzenlenmiş, camlı bir köşk eklenmiş ve kurşun kaplı bir kubbe ile örtülmüştür. 1857’de kuleye tekrar bir fener eklenerek deniz feneri işlevi güçlendirilmiştir. 1920’de ise bu fenerin lambası otomatik aydınlatma sistemine kavuşturulmuştur.
Cumhuriyet döneminde kule, deniz feneri olarak kullanılmaya devam etmesinin yanı sıra, zaman zaman karantina istasyonu ve radar istasyonu gibi farklı amaçlara da hizmet etmiştir. 1964 yılında Milli Savunma Bakanlığı’na devredilmiş ve bir süre askeri amaçlarla kullanılmıştır. 1982’de ise Türkiye Denizcilik İşletmeleri’ne geçmiştir. 1990’lı yılların sonunda özel bir şirket tarafından restore edildikten sonra restoran ve kafe olarak halkın ziyaretine açılmış, kısa sürede popüler bir turistik mekan ve düğünler, özel etkinlikler için aranan bir fon haline gelmiştir. Yakın zamanda (2021-2023) Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından gerçekleştirilen son restorasyonla, kule aslına daha uygun bir hale getirilerek bir anıt müze ve seyir noktası olarak yeniden ziyarete açılmıştır.
Kulenin ilginç bir tarihi işlevi de Boğaz trafiğini kontrol etmek ve geçen gemilerden vergi toplamaktı. Rivayetlere göre, bir zamanlar kulenin bulunduğu adacık ile Boğaz’ın Avrupa yakası arasında, gemi geçişini kontrol etmek amacıyla büyük, kalın bir zincir gerilmişti. Gemiler, Anadolu yakası ile Kız Kulesi arasından geçmek ve burada vergilerini ödemek zorundaydı. Zincirin Asya yakasındaki ucunu tutan kule hala ayakta dururken, Avrupa yakasındaki karşı kulesi çoktan tarihe karışmıştır. Ancak sakin havalarda, suyun altında bu Avrupa yakasındaki kulenin kalıntılarının hala görülebildiği söylenir.
Kule Efsaneleri: Kral Kızlarından Kutsal Buluşmalara
İstanbul’da belki de hiçbir yapı, Kız Kulesi kadar çok sayıda ve çeşitli efsaneye konu olmamıştır. Bu efsaneler, kulenin gizemli atmosferini beslemiş ve onu sadece tarihi bir yapı değil, aynı zamanda yaşayan bir masal kahramanı haline getirmiştir.
Yılan Kehaneti ve Hapsolan Prenses
Kız Kulesi ile ilgili en bilinen ve belki de en klasikleşmiş efsane, Bizans İmparatoru’nun çok sevdiği kızıyla ilgilidir. Efsaneye göre, bir kahin imparatora, biricik kızının 18 yaşına geldiğinde bir yılan tarafından sokularak öleceğini söyler. Bu kehanetten dehşete düşen imparator, kızını yılanlardan korumanın bir yolunu arar. Çözümü, denizin ortasındaki bu küçük adacığa, yılanların ulaşamayacağı bir kule inşa ettirmekte bulur. Kule tamamlanınca prensesi buraya yerleştirir. Ancak kaderden kaçış yoktur. Kuleye gönderilen bir üzüm sepetinin içine gizlenmiş olan bir yılan, prensesi sokar ve kehanet acı bir şekilde gerçekleşir. Prensesin ölümü üzerine imparator, onun için demirden bir tabut yaptırır ve bu tabutun Ayasofya’nın giriş kapısının üzerine yerleştirildiği rivayet edilir. Hatta bugün bile Ayasofya’nın girişindeki bu lahdin üzerinde, yılanın girdiği düşünülen iki delik olduğu söylenir ve ziyaretçilerin ilgisini çeker. Bu hüzünlü hikaye, kulenin “Kız Kulesi” adını almasındaki en yaygın açıklamalardan biridir.
Hızır ve Musa’nın Buluşma Noktası
Kız Kulesi ile ilişkilendirilen bir diğer önemli anlatı ise dini ve mistik bir boyuta sahiptir. Kur’an-ı Kerim’de, Kehf Suresi’nde (18. Sure, 60-82. ayetler) Hz. Musa ile Hz. Hızır’ın (adı açıkça geçmese de tefsirlerde Hızır olduğu kabul edilen bilge kul) yolculuğu ve buluşması anlatılır. Bu kıssada Hz. Musa, Allah katından özel bir ilim (ilm-i ledün) verilmiş olan bilge bir kuldan ders almak için yola çıkar. Buluşma yeri olarak “iki denizin birleştiği yer” (Mecma’ul-Bahreyn) tarif edilir.
İşte bu noktada Kız Kulesi devreye girer. Özellikle İstanbul’un yerel inançlarında ve bazı tasavvufi yorumlarda, Kur’an’da bahsedilen bu “iki denizin birleştiği yer”in, tam da Kız Kulesi’nin bulunduğu nokta, yani Karadeniz ile Marmara Denizi’nin (ve dolayısıyla Akdeniz’in) sularının birbirine karıştığı Boğaz’ın bu stratejik mevkii olduğu kabul edilir. Bu yoruma göre Hz. Musa, zahiri ilmin (dışsal, görünen bilgi) temsilcisi iken, Hz. Hızır batıni ilmin (içsel, gizli bilgi) deryasıdır. Bu iki büyük peygamber veya kul, yani iki ilim denizi, tam da bu noktada bir araya gelmiştir. Bu buluşma, sadece iki insanın değil, aynı zamanda iki farklı bilgi türünün, zahir ile batının, şeriat ile hakikatin sembolik bir birleşimidir. Bu inanışa göre Kız Kulesi, bu kutsal buluşmanın gerçekleştiği yere vurulmuş manevi bir mühür, bir nişandır. Kulenin varlığı, bu olayın bir hatırası, bir bahanesidir.
Bu yorumu destekler nitelikte görülen bir başka unsur ise, Hz. Musa’nın yardımcısı ve askeri bir deha olduğuna inanılan Hz. Yuşa’nın (Yuşa bin Nun) makamının ve kabrinin, tam da Kız Kulesi’nin karşısındaki tepede, Beykoz’daki Yuşa Tepesi’nde bulunmasıdır. Bu durum, bölgenin manevi bir aks üzerinde yer aldığı düşüncesini güçlendirir.
Sir Francis Crick’in Keşfi: Gizli Geçit Ortaya mı Çıktı?
Kız Kulesi’nin tarihi ve efsanelerinin ötesinde, modern zamanlara ait daha somut ancak bir o kadar da gizemli bir iddia daha bulunmaktadır: Kulenin altında denize uzanan gizli bir geçit ve yapı. Bu iddia, DNA’nın yapısını keşfeden ünlü bilim adamı Sir Francis Crick ile ilişkilendirilen (ancak tarihsel olarak doğruluğu oldukça şüpheli olan) bir hikayeye dayanır.
Hikayeye göre, 1940’lı yıllarda, büyük bir antika koleksiyoncusu olan ve İstanbul’a ilgi duyan Sir Francis Crick’in (veya bazen sadece “French 40” olarak kodlanan bir İngiliz’in) Londra’daki villasının kapısını, gizemli, muhtemelen Arap kökenli ve kötü aksanlı bir adam çalar. Adamın elinde eski bir not defteri vardır ve bunu satmak istediğini söyler. Crick defteri incelediğinde, içinde bazı teknik çizimler ve Arapça yazılar olduğunu görür. Adamın ısrarlarına rağmen, Crick birkaç pound vererek adamı başından savar.
Ancak sonraki günlerde çizimleri tekrar inceleyen Crick, bunların kendisine tanıdık geldiğini fark eder ve kısa sürede çizimlerin Kız Kulesi’ne (Leander Kulesi) ait olduğunu anlar. Fakat bir fark vardır: Çizimlerde kule üç katlı olarak gösterilmektedir. Crick, kule hakkında bulabildiği tüm bilgileri toplar, karşılaştırır ve başlangıçta çizimlerin hatalı olduğunu düşünür.
Fakat merakı ağır basar ve not defterini tercüme ettirmeye karar verir. Tercüme edilen kayıtlara göre, Kız Kulesi’nin bodrum katına inen bir geçit bulunmaktadır. Bu geçit aracılığıyla deniz tabanının altındaki başka bir yapıya ulaşılmaktadır. Bu yapı, antik bir mağaranın içine inşa edilmiştir. Yapının kapısının anahtarının çizimi de defterde detaylı olarak yer almaktadır. Ayrıca, su doldurma ve boşaltma prensibiyle çalışan eski bir mekanizmadan ve bu mekanizma sayesinde yapının bazı odalarının farklı amaçlar için kullanılabildiğinden bahsedilmektedir.
Öğrendiği bu sır karşısında büyülenen Sir Francis Crick, kendisine not defterini satan gizemli adamı araştırmaya başlar. Hatta bunun için özel bir arama emri bile çıkartır, ancak hiçbir sonuç elde edemez. Bunun üzerine, not defterinde tarif edilen anahtarın aynısını bir demirciye yaptırır. Sonraki yıllarda anahtarı eline aldığında, aklına İstanbul’a gitmekten başka bir şey gelmediğini söyleyecektir.
Anahtarı yaptırdıktan sonraki amacı, İstanbul’a gelerek yapıyı yerinde incelemek, eğer mümkünse ve gerçekse, kulenin altındaki bu gizli bölümün fotoğraflarını çekmektir. İyi bağlantıları sayesinde, Türkiye’deki İngiliz Büyükelçiliği aracılığıyla, dönemin Türk hükümetinden “mimari inceleme” adı altında 5 günlük özel bir izin almayı başarır. Ancak yanına bir de gözlemci (muhafız) verilir.
Ağustos 1960’ta asistanıyla birlikte İstanbul’a gelir. Kısa bir hazırlıktan sonra, muhafız ve asistanıyla birlikte Kız Kulesi’ne ulaşırlar. Hemen incelemelere başlar. Not defterinde bahsedilen giriş, kulenin tam temelindedir. Buraya geldiğinde büyük bir kayadan başka bir şey görmez. İlk gün keşif çalışmalarıyla geçer. Akşam oteline döndüğünde, kayayı kırmayı düşünür, ancak bunun için yanındaki muhafızdan kurtulması gerekmektedir. Ertesi gün, kuleye dönmek üzere Üsküdar’da muhafızla buluşurlar. Crick, memura görevlerinin ölçüm yapmak olduğunu, onun gelmesine gerek olmadığını, yalnız kaldıklarında daha rahat çalışacaklarını söyler. Ancak memur, görevi gereği bunu kabul etmez. Bunun üzerine Crick’in asistanı, daha önce anlaştıkları üzere, memura çok yüklü miktarda altın verir. Bu rüşvet, memurun belki de hayatı boyunca alacağı maaşa yakındır ve memur teklifi kabul eder.
Francis Crick’in o günü şöyle anlattığı iddia edilir: “Memur verdiğimiz çantayı aldı ve arkasını dönüp gitti. Hemen sandala atladık. Asistanıma sürekli daha hızlı kürek çekmesini söylüyordum. Sonunda kuleye vardık. ‘Artık benimsin!’ diyerek küçük bir sevinç çığlığı attım.”
Sir Francis hemen girişe yönelir ve yaklaşık 20 cm kalınlığındaki ilk kayayı kırmaya başlar. Birkaç saatlik uğraştan sonra kaya kırılır, ancak hayal kırıklığı büyüktür. Çünkü kayanın altında beklediği gibi anahtar deliği olan bir giriş kapısı yoktur. Onun yerine daha da büyük ikinci bir kaya vardır. Bu ikinci kayayı da kırarlar ve altından bir kaya daha çıkar. Bu sırada hem yorulmuşlar hem de gitme vakti gelmiştir. Basit bir alçı harcı hazırlayarak açtıkları yeri kapatırlar. Ertesi gün üçüncü kayayı da kırarlar ve sonunda demir bir kapağa ulaşırlar.
Ancak yüzyıllardır orada duran bu kapak o kadar paslanmış ve eğilmiştir ki, anahtar deliği bile yamulmuştur ve ne kadar uğraşsalar da açamazlar. Böylece üçüncü günün de sonuna gelirler ve otele döndüklerinde kapıyı açmaktan başka bir şey düşünemezler. Asistanı yüksek ısı uygulayarak açabileceklerini söylese de, bu hem çok dikkat çekici hem de zahmetli bir yöntem olacağı için vazgeçerler. Kapağı bir asit kokteyli ile eritmeye karar verirler. Tekrar kuleye ulaştıklarında, akşama doğru bu yöntemle kapağı eritmeyi başarırlar. Ancak vakit yine geç olmuştur, giriş kısmını ertesi güne bırakarak Kız Kulesi’nden ayrılırlar.
Ertesi sabah erkenden rutin olarak tekrar kuleye gelirler. Geçit son derece karanlık ve dardır. Bir ip yardımıyla sarktıkları derinlik yaklaşık 35 metredir. Aşağıdan su damlalarının sesleri duyulmaktadır. Aşağı indiğinde lambasını yakar ve kendini büyük bir giriş holünde bulur. Biraz ilerleyince duvarlarda eski, bilinmeyen bir dilde yazılar ve daha önce hiç görmediği bir sembol fark eder. Ancak bu sembol ne Osmanlı’ya ne de Bizans’a aittir.
Yapının bazı odaları yıkılmıştır. Yerde eski bir kılıç bulur. Kılıcın boyu kısadır ve kabzası oldukça küçüktür. O an aklına bu kılıcı ancak bir cücenin kullanabileceği gelir. Odayı elinden geldiğince aydınlatır ve şimdi bazılarını gördüğünüz fotoğrafları çeker. Kılıcı da yanlarına alarak tekrar yukarı tırmanırlar ve geçidin ağzını daha önce çıkardıkları taşlarla ve çimentoyla tekrar kapatırlar.
Hikayeye göre, 1990’lı yıllarda bu kılıca karbon testi yapılır. Test sonuçlarına göre kılıç, 1600 ila 2000 yıl öncesine aittir. Üzerindeki sembol ise kime gösterildiyse çözülemez ve bilinen hiçbir medeniyetle ilişkilendirilemez. Bu sır, Francis Crick’in 2004’teki ölümüne kadar saklı kalır. Ölümünden sonra bir banka kasasında bulunan 40 numaralı not defterinin içinde, kuleyle ilgili notlar, kılıç ve kulenin gizli bölümüne ait 30 adet siyah-beyaz fotoğraf, torunu tarafından bulunur.
Spekülasyonlar ve Cevapsız Sorular
Eğer Sir Francis Crick’in hikayesi (veya ona atfedilen bu anlatı) bir nebze bile gerçeklik payı taşıyorsa, birçok soru ortaya çıkmaktadır. Kız Kulesi’nin altına bu gizli mabet veya yapı neden inşa edildi? Ani saldırılar durumunda kuledeki değerli eşyaları veya önemli kişileri saklamak için bir sığınak mıydı? Yoksa daha derin, daha ezoterik bir amacı mı vardı?
Bazı yorumcular, bu gizli yapının İstanbul’un altını bir ağ gibi sardığına inanılan gizli tünellerle bağlantılı olabileceğini ve buranın bu ağın önemli bir düğüm noktası olduğunu düşünmektedir. Bu teoriyi destekler nitelikte görülen bazı eski kaynaklarda, Kız Kulesi’nden geçen ve şehrin farklı noktalarına uzanan gizli bir yeraltı tünelinden bahsedildiği iddia edilir. Örneğin, 100 yıllık olduğu söylenen “7 Wonders of Find” (Bulunan 7 Harika?) isimli bir kitapta, Çemberlitaş yakınlarındaki Yerebatan Sarnıcı’ndaki gizli bir girişten başlayıp Kız Kulesi’nin altından geçerek Kınalıada’daki bir manastıra kadar uzanan bir koridordan bahsedildiği öne sürülür. Ancak bu tür kaynakların güvenilirliği ve varlığı oldukça şüphelidir.
Bu olayın en ilginç ve belki de en kafa karıştırıcı modern yansımalarından biri ise popüler kültürde karşımıza çıkar. Ubisoft tarafından geliştirilen ve yayınlanan ünlü video oyunu serisi Assassin’s Creed’in “Revelations” adlı oyununda, Kız Kulesi’ne özel bir yer verilmiştir. Oyunun hikayesi Yavuz Sultan Selim döneminde geçmektedir ve oyuncular Kız Kulesi’ne ve altındaki gizli bölümlere girebilmektedir. İşin ilginç yanı, oyunda tasvir edilen Kız Kulesi’nin altındaki bu bölümün, Sir Francis Crick’e ait olduğu iddia edilen not defterindeki tariflere ve çizimlere şaşırtıcı derecede benzemesidir. Bu sadece basit bir tesadüf müdür? Yoksa oyun yazarlarının hayal gücünün bir ürünü mü? Ya da belki de bizim bilmediğimiz çok daha derin bir sırrın, popüler kültüre sızmış bir parçası mıdır?
Son Söz
Kız Kulesi, İstanbul Boğazı’ndaki zarif siluetiyle sadece bir yapı değil, aynı zamanda yüzyıllardır süregelen efsanelerin, tarihi olayların ve cevaplanmamış soruların bir taşıyıcısıdır. Altında bir gizli geçit olup olmadığı, Sir Francis Crick’in hikayesinin gerçekliği veya Hızır ile Musa’nın buluşma noktası olup olmadığı belki de hiçbir zaman kesin olarak bilinemeyecek. Ancak kesin olan bir şey var ki, Kız Kulesi gizemini koruduğu sürece insanların hayal gücünü beslemeye, hakkında yeni hikayeler üretilmesine ve İstanbul’un büyülü atmosferine katkıda bulunmaya devam edecektir. Belki de bazı sırlar, dalgaların fısıltıları arasında saklı kalmalıdır.
Kaynakça
- Kur’an-ı Kerim, Kehf Suresi (Ayet 60-82). (Hz. Hızır ve Hz. Musa’nın buluşması anlatısı için temel kaynak).
- İstanbul Mimarisi ve Tarihi Üzerine Genel Kaynaklar. (Kulenin doğrulanabilir tarihi ve mimari bilgileri için).
- Anonim Not Defteri (Sir Francis Crick’e atfedilen). (Gizli geçit hikayesinin kaynağı olarak belirtilen, ancak tarihsel geçerliliği şüpheli, anekdotal nitelikteki referans).
- Assassin’s Creed: Revelations (Video Oyunu). Ubisoft, 2011. (Kız Kulesi’nin altındaki gizli bölümün popüler kültürdeki temsili için referans).
(Not: Kaynakça bölümü, metinde doğrudan veya dolaylı olarak atıfta bulunulan temel referanslara dayanmaktadır. Özellikle not defteriyle ilgili anlatının kaynağı belirsiz ve anekdotaldir. Tarihi bilgiler genel kabul görmüş kaynaklara dayanmakla birlikte, efsaneler ve dini yorumlar kendi bağlamlarında değerlendirilmelidir.)
Views: 8