Köydeki Dehşet Gecesi | Paranormal Hikaye
Paranormal Hikaye: Dedesinin vefat haberini alıp köye giden adam, babası ve eşinin tuhaf davranışları, siyah kefenli cenaze ve kabusa dönüşen korkunç bir gecenin hikayesi.
Evim Samsun’un İlkadım ilçesindeydi. Babamlar da yakın oturuyorduk. Gece 04:00 gibi çalan telefonun sesine uyandım. Arayan babamdı. “Hayırdır inşallah,” diyerek telefonu açtım. Babam, dedemin öldüğünü ve onun evine gitmek için hazırlandığını söyledi. Şok olmuştum. “Bekleyin, ben de geliyorum,” diyerek telefonu kapattım. Eşim Burcu’yu uyandırıp ona dedemin vefat ettiğini, bu yüzden köye gitmemiz gerektiğini söyledim. Burcu hemen kalkıp küçük bir valiz hazırladı ve yola koyulduk.
Yolun yarısında babamı arayıp “Neredesiniz?” diye sordum. Babam, “Biz yola çıktık, sen de direkt köye gel,” dedi. Sesi biraz tuhaftı. Babasını kaybettiği içindir diye pek aldırış etmedim. Sabaha karşı köye vardık. Köy bomboş gözüküyordu. Tepenin üstündeki ev dedemin eviydi. Yokuş yukarı yürüyerek dedemin evine çıktım. Kapıda sadece babam vardı. Ama babam evin önünde ayakta bekliyor, ruhsuz bir şekilde etrafa bakıyordu. “Neden kimse yok baba?” diye sordum. Babam, “Bilmiyorum,” dedi. Sadece… Biz Burcu’yla bir tuhaftık. Yol boyu konuşmamıştı. Bir de arada sırada bıyık altından gülmesi beni deli etmişti.
“Dedem nerede baba?” diye sorduğumda “İçeride,” diye cevap verdi. Ona bakmak için içeriye girdim. Dedem siyah kefene sarılmış yerde yatıyordu. Dışarıya çıkıp babama, “Dedemi neden siyah kefene sardınız?” diye sordum. Babam öyle olması gerektiğini söyledi. “Bu köyde adet herhalde,” diye geçirdim içimden. Babama, “Ne zaman defin edeceğiz dedemi?” diye sordum. Babam geceyi bekleyeceğini söyledi. En sonunda bu kadar saçmalığa dayanamayıp, “Yahu siz manyak mısınız? Siyah kefenler, gece defin etmeler, imamsız cemaatsiz iş yapmalar!” diye sitem ederek evden ayrıldık.
Köy meydanına indim. Sigaramı içerek evlere bakıyordum. Manzaranın güzelliğine bakarken epey zaman geçmişti ama çok tuhaftı, köyde tek insan bile görmemiştim. Gökyüzünü kaplayan kara bulutlarla etraf kararmaya başlamış, hafif sis gelmişti. Eve geri dönmek için yokuşa yukarıya doğru çıkmaya başladım. Bir ara yolun ucunda duran babamla Burcu’ya gözüm ilişti. İkisi de siyah kefene sarılıydı, ellerinde ise kazma kürekle yolun ucunda bekliyorlardı! “Hay Allah! Manyak mı bunlar? Adam babasının ölmesinden sonra kafayı yedi herhalde.’ Babam delirdi diyelim, Burcu’ya ne oluyor ne hikmetse?” diye geçirdim içimden.
Sonra birden telefonum çaldı. Arayan babamdı! O an korkuyu iliklerime kadar hissettim. Kafamı kaldırıp yolun başındaki babama ve Burcu’ya baktım. Onlar hala oradaydı. Ellerim titreyerek telefonu açtım ve “Alo?” dedim. Telefondaki babamın sesiydi. “Oğlum, deden bizi ziyarete gelmiş. Hem Burcu da burada. Sen de iş çıkışı gel,” dedi. Dilim tutulmuştu sanki, hiçbir şey söylemeden öylece kalakaldım. Babam birkaç kez “Alo, oğlum orada mısın?” dedikten sonra telefonu kapattı. Telefon elimden düştü. Tekrar yukarıya, Burcu’yla babam olduğunu sandığım kişilere baktım. Aynı anda işaret parmaklarını kaldırıp korku filmlerinde olduğu gibi kalın, ürkütücü seslerle bir şeyler söylediler. Can havliyle hemen karşıdaki fındık bahçesine girip koşmaya başladım. Koşuyordum ama ne fayda! Ben ne kadar uzaklaştığımı sansam da bir anda önümde beliriyorlardı. Onlar önümde belirdiğinde yönümü değiştirip başka yöne koşuyordum. Sonra bir anda ayağım tökezledi ve yokuş aşağı yuvarlanmaya başladım. Arazi çok dik olduğundan bir türlü duramıyordum. Fındık ağaçlarına çarparak yavaşlıyordum ama hızım tamamen kesilmiyordu. En sonunda yokuşun bittiği yerde bir dereye düşerek durdum. Başımı sertçe vurmuştum. Gözlerimi zor açıyordum. Hafifçe aralayabildiğim gözlerimle son gördüğüm şey, o iki varlığın derenin karşı tarafında dikilerek bana korkunç bakışlarıydı. Sonra gözlerim kapandı.
Tekrar açtığımda servis aracının içindeydim. Fabrikadaki işçileri almadan önce iki saat boş vaktim olurdu, servisin içinde yatıp uyurdum. Her şeyin bir rüya olmasına o kadar sevinmiştim ki, ta ki yattığım koltuktan doğrulana kadar. Doğrulurken acı içerisindeydim. Üstüm başım sırılsıklamdı ve her yerim çamur kaplamıştı. Bana ne olduğuna anlam veremezken korkuyla ağlamaya başladım. Telefonumu aradım ama bulamadım. Yoldan geçen birinden telefonu kullanmak için ricada bulundum. Adamın şaşkın bakışları içinde babamı aradım ve gelip beni almasını söyledim.
Babam geldiğinde hala ağlıyordum. Vücudumdaki yaralar ve morluklar için hastaneye götürdü ve muayene oldum. Kafama dikiş atıldı ve ilaçlar yazılıp eve gönderildim. Babama olanları anlattığımda başta inanmadı, gasp edildiğimi sandı. Ama ısrarla aynı şeyleri tekrar ettiğimi görünce inandı, ya da inandığını düşünmemi istedi. Ben ona ispat etmek için telefonumu dedemin evinin altındaki büyük kayanın orada düşürdüğümü söyledim. ‘Amcanı ara baksın,’ dedim. Babamın amcası dedemin evine yakın oturuyordu. Babam telefon açarak, “Amca kusura bakma ama sana zahmet vereceğim. Babamın evinin alt tarafındaki kayanın oraya bakabilir misin? Oralarda bir telefon var mı?” dedi. Biraz konuştuktan sonra telefonu kapattı. Aradan 10-15 dakika geçmişti ki babamın telefonu çaldı. Arayan amcasıydı. Babamın yüzü düşmüş, suratı bembeyaz olmuştu. Telefonum tam da tarif ettiğim gibi kayanın orada yerde duruyormuş.
Olanlara bir anlam veremedik. İşin ehli bir hoca bulup birtakım işlemler yapıldı. O günden sonra bir daha böyle bir şey yaşamadım.
Views: 2