Mühürlü Kuyu | Gerçek Korku Hikayesi
Gerçek Korku Hikayesi | Dört arkadaşın ıssız bir dağda yaptığı kamp, terk edilmiş köydeki gizemli bir kuyu ve tehlikeli bir cin çağırma ritüeliyle kabusa dönüşür. Başlarına gelen korkunç olaylar ve lanetten kurtulma mücadeleleri anlatılıyor.
Merhaba arkadaşlar, ben Ali. Öncelikle hikayemi yayınladığınız için size çok teşekkür ederim. Umarım bu hikaye, bizim gibi böyle korkutucu olaylar yaşayan insanlara birer rehber niteliğinde olur.
Size anlatacağım bu hikaye, çok da eski sayılmayacak bir tarihte başımıza geldi ve hala tam olarak etkisinden kurtulabilmiş değiliz. Geçen yaz dört arkadaşımla birlikte kamp yapmaya karar vermemizle başladı. Biz uzun süredir arkadaşlık yapan, çocukluğumuzdan beri beraber büyümüş dört sıkı dostuz: Ben (Ali), Mehmet, Ahmet ve Serkan. Aynı mahallede büyüdük ve o günden beri hiç ayrılmadık.
Dostum Mehmet’in dedesinden kalma bir arazisi var, dağın tepesinde. Bir gün orada kamp yapmaya karar verdik. Hem doğayla iç içe olacağız hem de şehrin stresinden uzaklaşırız diye düşündük. Ancak bunu düşünürken oranın geçmişi ile ilgili hiçbir fikrimiz yoktu.
Yolculuğa sabah erken saatlerde başladık. Mehmet’in dedesinden kalma arazi, şehirden birkaç saat uzaklıkta, dağın tepesinde, gözlerden oldukça uzak bir yerdeydi. Yolda giderken gırgır şamata, müzik dinleyip sohbet ettik. Herkesin morali çok yerindeydi, çok keyifliydi. Yıllar sonra sonunda şehirden kaçmanın mutluluğunu yaşıyorduk. Dağ yoluna girdiğimizde manzara yavaş yavaş değişmeye başladı. Yükseldikçe ağaçlar sıklaştı, hava temizlendi ve kuş sesleri yankılanıyordu. Ancak yol dar ve virajlıydı, arabayı dikkatle sürmek zorunda kaldık. Mehmet, “Dedemin arazisi tam burada,” dediğinde hepimiz heyecanlandık. Artık kamp mekanına varmıştık ve yolun yorgunluğunu üzerimizden atabilirdik. Etraf tertemiz hava, tertemiz doğa ve huzur doluydu.
Çadırlarımızı kurduk, ateşimizi yaktık, mangalımızı yaptık. İlk günümüz gayet güzel geçti. Akşam yemeğinden sonra ateşin etrafında oturup eski anılarımızı anlattık, kahkahalarla güldük, çok eğlendik. Gecenin ilerleyen saatlerinde yıldızları izledikten sonra uykuya daldık.
Ancak işler ikinci gün değişmeye başladı. Sabah uyandığımızda Mehmet’in telefonu kaybolmuştu. Önce şaka yaptığını sandık ama bir süre sonra anladık ki Mehmet oldukça ciddiydi. Her yeri aradık, bulamadık. Mehmet, “Belki gece çalınmıştır,” dedi ama kimsenin bu kadar uzak bir yere gelip sadece telefonu çalacağını düşünmedik. Daha sonra anladık ki kaybolan sadece telefon değildi, bazı eşyalarımız da yerinde değildi. Bu durum bizi biraz tedirgin etti açıkçası ama o gün bu durumun çok da fazla üzerinde durmadık. Dediğim gibi, keyfimiz oldukça yerindeydi ve Mehmet’in telefonu için paha biçilemez değildi.
O gün öğleden sonra arazi etrafını, civarı keşfetmeye karar verdik. Ormanın içinde biraz yürüdükten sonra eski, terk edilmiş bir köye rastladık. Harabe evler, yıkık dökük duvarlar, taş yollar vardı. Bu köy oldukça tenha ve açıkçası biraz da korkutucu görünüyordu. Köyün ortasında büyükçe bir kuyu vardı. Mehmet maceracı bir dostumuz olduğu için kuyuya doğru yöneldi ve “Hadi buraya bir bakalım,” dedi. Hepimiz tedirgin olduk ama ona uymaktan da kendimizi alamadık. Kuyunun başına geldiğimizde içinin tamamen karanlık olduğunu fark ettik. Serkan, “Bir taş atalım bakalım ne kadar derin,” dedi. Ahmet hemen bir taş alıp kuyuya attı. Taşın suya düşüşünü duymadık. Sonu yokmuş da taş sonsuza kadar aşağı düşüyormuş gibiydi. Bu durum doğal olarak bizi biraz korkuttu ama yine de geri dönmedik.
O gece kamp alanına döndüğümüzde hepimiz huzursuzduk. Ateşin başında otururken Mehmet birden, “Bu gece burada bir şeyler yapalım,” dedi. Ne demek istediğini anlamadık önce. “Cin çağıralım,” diye ekledi. Hepimiz itiraz ettik tabii ki ama o çok ciddiydi. “Korkmayın, hiçbir şey olmaz. Daha defalarca yaptım,” dedi. Bizi nasıl ikna etti inanın hiç bilmiyorum ama sonunda hepimiz kabul ettik. Bir halka oluşturduk. Mehmet benzer şeyleri daha önce de yaptığını söyledi, dua benzeri şeyler okumaya başladı. Başta her şey normaldi ama sonra etrafta bir soğukluk hissetmeye başladık. Ateşin yanmasına rağmen üşüyorduk. Mehmet birden durdu ve “Geldi,” dedi. Hepimiz şaşkınlıkla ona baktık. “Ne geldi?” diye sorduk. “Cin,” dedi sadece. O sırada onu ciddiye almadık ama bu durum çok kısa sürdü. Çünkü tam o sırada çadırlarımızın olduğu yerden belli belirsiz bir ses geldi. Hepimiz bu sesi duymuştuk ve hepimiz korkuyla oraya doğru baktık. Gördüğümüz şey bizi dehşete düşürdü: Çadırlarımız yırtılmış, eşyalarımız dağılmıştı.
Hangimiz hatırlamıyorum ama içimizden biri hemen, “Buradan gitmeliyiz!” dedi. Ama Mehmet, “Hayır, durun!” diye bağırdı. “Eğer şimdi gidersek peşimizi bırakmazlar,” dedi. Korku içindeydik ama Mehmet’e güvenmek zorundaydık. O geceyi zar zor atlattık. Sabah olduğunda toparlanıp hemen köyden uzaklaştık.
Eve döndüğümüzde her şeyin normale döneceğini düşündük ama yanılmışız. Sürekli kötü rüyalar görmeye başladım. Rüyalarımda o kuyuya geri dönüyordum ve her seferinde kuyunun derinliklerinden bir şeyler çıkıyordu. Mehmet’i arayıp bu durumu anlattım. O da benzer şeyler yaşadığını söyledi. Ahmet ve Serkan da aynı şekildeydi. Bu durum zaten korkmuş olan bizi daha da korkuttu. Rüyalarımız gitgide daha gerçekçi hale geldi. Geceleri uykusuz kalmaya başladık. Hala iletişimdeydik ve hepimizin iş yerinde ve günlük hayatta konsantrasyonumuzu etkiliyordu. Rüyalarımızda kuyunun etrafında dolaşıyor, fısıltılar duyuyor ve bilinmeyen bir varlığın peşimizde olduğunu hissediyorduk. Mehmet’in ailesi onun garip davranışlarını fark etmeye başlamıştı. Ahmet ve Serkan’ın durumları da pek farklı değildi.
Bir gece yine aynı rüyayı gördüm. Bu sefer rüyamda kuyudan çıkan şey benimle konuştu. “Beni serbest bıraktınız, artık peşinizdeyim,” diyordu. Uyandığımda dehşet içindeydim ve ter içinde kalmıştım. Mehmet’i aradım, “Buluşmamız lazım,” dedim. Hep beraber buluştuk ve durumu konuştuk. Mehmet, “Belki de tekrar oraya gitmemiz lazım,” dedi. Bu fikir hiç hoşuma gitmedi ama başka çaremiz yokmuş gibi hissediyorduk. Bu çok garip bir histi. Sanki kuyu hepimizi oraya geri çağırıyordu.
Ertesi gün tekrar aynı yere gittik. Bu sefer daha temkinliydik. Mehmet, “Bu sefer daha dikkatli olmalıyız,” dedi. Yine o günkü gibi dualar okumaya başladı. Ancak bu sefer bir şeyler farklıydı. Etrafımızda daha önce hissetmediğimiz bir soğukluk vardı. Bu karanlık soğukluk, önceki hissettiğimizden çok daha yoğun ve korkutucuydu. Kuyudan bir fısıltı duyduk. Hepimiz donup kaldık. Mehmet, “Bu sefer onları geri göndermeliyiz,” dedi ve dualarına devam etti. Fısıltılar gittikçe artıyordu. Serkan, “Dayanamıyorum!” diye bağırdı ve kaçmaya başladı. Onu durdurmaya çalıştık ama faydası yoktu. Peşinden gitmeye çalıştık ama yetişemedik, gözden kayboldu.
Mehmet bu duruma rağmen tüm ciddiyetiyle bize, “Devam etmeliyiz,” dedi. Korkudan titriyorduk ama hala tuhaf bir şekilde başka bir çaremiz olmadığını ve eğer ritüeli yarıda bırakırsak başımıza daha kötü şeyler geleceğini düşünüyorduk. Mehmet dualarına devam ederken ben de kuyuya doğru bakıyordum. Kuyunun derinliklerinden gelen bir ışık gördüm. Bu ışık bizi çekiyordu. Ahmet, “Ali ne yapıyorsun?” diye bağırdı ama ben bir anda istemeden ışığa doğru yürümeye başladım. Dikine bir kuyudan aşağıya düşmek üzereyken ışığa doğru yürüdüğümü sanmış olmamı hala atlatamıyorum. Bir anda kendimi kuyunun içinde buldum. Karanlık ve soğuktu. Çevremde bir şeyler hareket ediyordu ama ne olduğunu göremiyordum. Mehmet’in sesini duyabiliyordum ama çok uzaklardan geliyordu. Birden bir el beni tuttu ve çekmeye başladı. Panik içinde çırpınıyordum ama kurtulamıyordum. Gözlerimi kapattım ve dua etmeye başladım.
Gözlerimi açtığımda tekrar kamp alanındaydık. Mehmet ve Ahmet başımda duruyordu. “İyisin, merak etme,” dedi Mehmet. Serkan’ı bulamadıklarını söylediler. Geri dönmek zorunda kaldık. Eve döndüğümüzde her şey biraz olsun normale dönmüş gibiydi ama Serkan hala kayıptı. Birkaç gün boyunca bundan başka hiçbir şey düşünemez hale geldik. Arkadaşımızın nerede olduğu hakkında hiçbir fikrimiz yoktu ve bu durum bizi hem çok korkutuyor hem de onu geride bıraktığımızı düşündüğümüz için çok suçlu hissettiriyordu. Ama her yeri aradık, Serkan’dan en ufak bir iz yoktu.
Geceleri hep aynı rüyayı görüyordum ancak bir gece rüyamda Serkan’ı gördüm. Serkan hiçbir şey yapmıyor, yalnızca kuyunun içinde hareketsiz, ifadesiz, neredeyse cansız bir şekilde ayakta dikiliyor ve hiçbir şey söylemiyordu. İstesem de onun yanına yaklaşamıyor, hareket edemiyordum.
Birkaç gün sonra Serkan’ın ailesi bize ulaştı. Onu bulmuşlardı ama çok kötü durumdaydı. Serkan sürekli bir şeyler fısıldıyor ve kimseyle konuşmuyordu. Hastaneye yatırdılar ama durumunda bir değişiklik olmadı. Bizse yaşadıklarımızın etkisinden hala kurtulamamıştık. Serkan’ın bu durumu bize yaşadığımız olayların gerçekliğini bir kez daha hatırlattı. Mehmet, Ahmet ve ben bu olayın peşimizi bırakmayacağını ve bu durumu çözmeden normal hayatımıza dönmemizin imkansız olduğunu anladık. Bu yüzden yeniden bir araya geldik ve ne yapmamız gerektiğini düşündük. Mehmet, “Bu durumu çözmemiz için daha fazla bilgiye ihtiyacımız var. Belki de dedemin eski belgelerinde bir şeyler bulabiliriz,” dedi. Hepimiz bu fikre katıldık ve Mehmet’in dedesinin evine gitmeye karar verdik. Mehmet’in dedesi, köyün tarihini bilen ve birçok eski belgeye sahip olan biriydi.
Mehmet’in dedesinin evine vardığımızda, evin eski ve tarih kokan atmosferi bizi hemen etkiledi. Evin her köşesi eski eşyalar ve belgelerle doluydu. Mehmet dedesinin çalışma odasına girdi ve eski belgeleri aramaya başladı. Ahmet ve ben de ona yardım ediyorduk. Bir süre aradıktan sonra Mehmet eski bir sandık buldu. Sandığın içinde köyün geçmişine dair birçok belge ve harita vardı. Bu belgeler arasında köydeki kuyunun tarihine dair bir belge bulduk. Bu belge, kuyunun aslında eski bir ritüel alanı olduğunu ve kötü niyetli cinleri mühürlemek için kullanıldığını anlatıyordu. Belgelerde kuyunun mühürlenme ritüelinin nasıl yapılması gerektiği de yazıyordu. Ritüel, dualar ve sembollerle yapılmalıydı.
Bu bilgileri öğrendiğimizde bir umut ışığı belirdi. Eğer bu ritüeli doğru bir şekilde yapabilirsek, Serkan’ı ve kendimizi bu lanetten kurtarabilirdik. Ahmet ve ben de ona katıldık. Gerekli duaları ve sembolleri öğrenip ezberledik. Ayrıca ritüel sırasında kullanmamız gereken bazı malzemeleri de topladık. Bu malzemeler arasında özel taşlar, mumlar, dualar ve okunmuş su vardı.
Hazırlıklarımızı tamamladıktan sonra ritüeli gerçekleştirmek için tekrar köye gitmeye karar verdik. Bu sefer daha temkinliydik. Aynı zamanda çeşitli ekipmanlar da getirmiştik: kayıt cihazları, fotoğraf makinaları ve hatta bir termal kamera bile almıştık. Amacımız yaşadıklarımızı belgelemek, somut kanıtlar elde etmekti.
Köye vardığımızda ilk başta her şey sessiz ve normal görünüyordu. Ancak kuyunun yanına geldiğimizde atmosfer aniden değişti. Hava soğumuş, rüzgar durmuş ve etrafta garip fısıltılar duyulmaya başlamıştı. Mehmet, “Bu sefer daha dikkatli olmalıyız,” dedi ve duaları okumaya başladı. Ritüele başlamadan önce etrafımızda koruyucu bir çember oluşturduk. Bu çember, kötü niyetli cinlerin bize zarar vermesini engelleyecekti. Mehmet çemberin içinde dualarını okumaya başladı. Ahmet ve ben de ona eşlik ediyorduk. İlk başta her şey normaldi ancak dualar ilerledikçe etraftaki fısıltılar arttı ve hava daha da soğudu. Ritüelin ortasında kuyunun derinliklerinden gelen bir ışık belirdi. Bu ışık, kötü niyetli cinlerin ritüeli engellemeye çalıştığının bir işaretiydi. Mehmet dualarını daha yüksek sesle okumaya başladı. Ahmet ve ben de ona destek veriyorduk. Işık gittikçe parlaklaştı. Kuyunun içinden çıkan bir varlık belirdi. Bu varlık daha önce görmediğimiz bir şeydi; uzun, karanlık ve korkutucu bir görüntüsü vardı. Varlık çemberin etrafında dolaşmaya başladı ve bizi korkutmaya çalışıyordu. Mehmet, “Korkmayın, dualara devam edin!” dedi. Varlık ritüeli engellemeye çalışsa da biz dualarımıza devam ettik. Mehmet ritüelin son aşamasına geldiğinde varlık bir anda saldırıya geçti. Çemberin dışına çıkmamamız gerektiğini biliyorduk, bu yüzden çemberin içinde kalmaya devam ettik. Mehmet son dualarını okuduğunda varlık bir anda yok oldu ve etrafımızdaki soğukluk kayboldu.
Ritüel sona erdiğinde etraf tekrar sessizleşmişti. Ritüelin başarılı olduğunu anladık. Kuyunun etrafındaki mühürler tekrar aktive olmuş ve kötü niyetli cinler kuyuya geri gönderilmişti. Derin bir nefes aldık ve çemberin dışına çıktık.
Eve döndüğümüzde her şeyin normale döndüğünü hissettik. Kötü rüyalar sona ermişti ve içimizde bir rahatlama vardı. Ancak Serkan’ın durumu hala aynıydı. Ailesi onu bu durumdan kurtaracak bir çare arıyordu. Bizse yaşadıklarımızı unutmaya çalışıyoruz ama nafile. Yaşadıklarımızın etkisinden hala kurtulamamıştık. Serkan’ın ailesiyle düzenli olarak iletişimdeydik, onun durumu hakkında bilgi alıyor ve elimizden geldiğince yardımcı olmaya çalışıyorduk. Psikolojik ve metafiziksel yardımlar alınsa da Serkan’ın durumu düzelmiyordu.
Birkaç hafta sonra Serkan’ın ailesi bize ulaştı ve Serkan’ın durumunun aniden düzeldiğini söyledi. Bu haber bizi çok mutlu etti. Hemen hastaneye gittik ve Serkan’ı ziyaret ettik. Serkan, gözlerinde eski canlılıkla bizi karşıladı. “Beni kurtardığınız için teşekkür ederim,” dedi. Bu sözler yaşadıklarının ne kadar gerçek olduğunu bir kez daha hatırlatsa da, Serkan’ın tam olarak düzelmediği yine bakışlarından belli oluyordu. Eski haline göre çok daha iyiydi ancak hala eski bildiğimiz can dostumuz Serkan değildi.
Serkan’ın iyileşmesi bize yeni bir başlangıç yapma şansı verdi. Yaşadıklarımızı geride bırakmaya ve normal hayatlarımıza dönmeye karar verdik. Ancak bu olay bize doğaüstü güçlerin gerçek olduğunu ve bu tür şeylerle oynamanın ne kadar tehlikeli olduğunu öğretti.
Serkan kuyunun dibine düştüğünde neler hissettiğini anlattı. Karanlık, soğuk ve boğucu bir atmosferde etrafında hareket eden gölgeler gördüğünü söyledi. Bu gölgeler ona sürekli fısıldıyor ve korkutuyordu. Ancak bizim yaptığımız ritüelin sonunda bir ışık belirdiğini ve onu kurtardığını hissettiğini söyledi. Bu anılar Serkan’ın zihninde derin izler bırakmıştı.
Serkan’ın iyileşmesi ile birlikte biz de hayatlarımızı yeniden inşa etmeye başladık. Bu süreçte birbirimize olan desteğimiz çok önemliydi. Mehmet, Ahmet ve ben sık sık bir araya geldik ve yaşadıklarımızı konuşarak birbirimize moral verdik. Ayrıca doğa yürüyüşleri ve kamp gezileri düzenleyerek doğayla yeniden bağlantı kurmaya çalıştık. Ancak bu sefer daha dikkatli ve temkinliydik.