Musallatlı Villa İnşaatı | Gerçek Korku Hikayesi
Gerçek Korku Hikayesi | Özet: İstanbul’da cinli olduğu söylenen inşaatta alkol ve uyuşturucu kullanan gençlerin gördüğü kabuslar. Gerçek mi, halüsinasyon mu? Arif’in ürkütücü hikayesi.
Merhaba, ben Arif. En yakın arkadaşlarım Uğur ve Erdem’le birlikte hemen hemen her gün beraber vakit geçirirdik. İstanbul’da yaşıyordum, kendime ait ufak da bir işim vardı. Hafta içi işimizin peşine düşerdik ama hafta sonları kendimizi alkol ve uyuşturucunun içinde bulurduk. Birçok zaman bilincimiz giderdi, sadece ufak kareler hatırlardık.
Öncelikle şunu söyleyeyim ki bu illetten kurtulmuş vaziyetteyim, Rabbime şükrediyorum bunun için. Bunun özenilecek, kullanılacak, insana iyi gelen bir tarafı yok. Düşmanımı bile Allah bu pisliğe düşürmesin. Çünkü insanın hayatını karartan, hem bu dünyasını hem ahiretini mahveden bir şey bu. Tüm dinleyenlere, kardeşlerime tavsiye: Asla ama asla bu alkol, uyuşturucu bataklığına düşmeyin. Ben kurtuldum ancak kurtulamayan binlercesi de var.
Hasılı, kullandığımız madde çok ağır bir maddeydi ve birçok kez bilincimizi kaybediyorduk. Bir de yanında alkol alıyorduk. Öyle olunca tamamen kendimizi kaybediyorduk neredeyse. Çok ilginç hayaller görüyorduk. Birkaç defa komaya girer gibi de olmuştuk; ben de, Uğur da, Erdem de. Ama ölmemek için bazı püf noktaları bulmuştuk; kalp krizi tarzı bir şey geçirirsek eğer, kalp masajı nasıl yapılır, onu bile öğrenmiştik açıkçası. Düşünün düştüğümüz hali ve çaresizliğimizi… Biz gördüklerimizi hayal ya da halüsinasyon sanıyorduk ama bunların gerçek olduğunu daha sonradan öğrendik.
Sürekli gittiğimiz bir yer vardı: İnşaatları yarım kalmış villalar. Burasının neresi olduğunu tam olarak söylemek istemiyorum, belki meraklı arkadaşlar buraya gider ve başlarına iş alabilirler. Arabayı villaların yakınındaki ağaçların yanına çeker, başlardık sohbete, muhabbete, bir yandan da içmeye, madde kullanmaya. Kafalar bir dünya olurdu, genelde ayakta bile zor dururduk. Hemen villaların birinin içine girip uzanmaya başlardık. Villanın içine bir iki tane sünger atmıştık. Uzanıp sabah olmasını beklerdik ve sohbetler ederdik ya da direkt uyurduk. Sabah güneş iyice yakmaya başlayınca uyanırdık.
Sizlere buranın mazisini kısaca anlatayım: Yıllar önce, burası 1900’lü yılların başında bir mezarlıkmış ve altında yatır olduğu söyleniyor. Cinler musallat olmuş diye buraya müteahhit ve işçiler her şeyi bırakıp gitmişler. Böyle bir şey rivayet ediliyor. Yani kısaca mazisi bu. Biz de ara ara buraya gelir ve kafaları çeker, bir yandan da madde, alkol kullanırdık.
Bir gün yine arabamızla beraber villaların olduğu yere geldik. Dışarıda, ağaçların altında bir yandan içiyor, bir yandan da madde kullanıyorduk. Hoş sohbet, kahkahalar, muhabbet muhabbeti açıyor, gerçekten de güzel bir gece geçirdiğimizi düşünüyorduk. Ara ara kafalar gidiyordu. Vakit bayağı bir geç olmuştu. Arabayı kapatıp zor bela villalardan birinin içine girdik ve içerideki süngerlere uzanıp uyumaya çalıştık. Bu oradaki ilk gecemiz değildi sanırım, birçok kez gittiğimiz için emin değilim. O esnada kafamın yakınlarına bir tahta geldiğini hissettim. “Ne oldu?” diye baktım. O arada Erdem ayağa kalkmış, tuvaletini yapıyordu (ufak su döküyordu). Sonra bilincim yine gitmiş. Gözümü açtığımda güneş suratıma vuruyordu. Erdem’in kafasından kanlar geliyordu. “Ne oldu oğlum?” dedik. “Vallahi hatırlamıyorum,” dedi. “Birisi kafama bir şeyle vurdu herhalde, sadece aldığım darbeyi hatırlıyorum,” dedi. Hemen üstümüzü kontrol ettik; cebimizde üç beş kuruş para vardı, duruyordu hala ve telefonlar da cebimizdeydi. Kimse gelmemişti. “Büyük ihtimal kafanı bir yere vurdun,” dedik ve oradan arabaya geçip evimize doğru gittik.
Akşam yine sözleştik ve nevale alıp yine ağaçların olduğu yere geldik. İçmeye başladık. Yine her zamanki gibi kafalar bir dünya olmuştu. Ayakta zor duruyorduk. Düşe kalka villanın içine girip süngerlere uzandık. Yine sesler geliyordu; tahta sesleri, cam sesleri… İçeride biri var diye düşünüp gülmeye başladık. Biraz alkolümüz kalmıştı, onu içmeye devam ettik. Bu sesler o kafayla nedense bize komik geliyordu. Uğur tuvaletini yapmaya gitti (su dökmeye gitti) ve heyecanlı bir şekilde geri döndü. “Beyler, hemen kalkın! İçeride baştan aşağıya simsiyah örtülü bir şey gördüm! Çarşaflı bir kadın sanırım!” “Ciddi misin?” dedik. “Hadi şuna bir bakalım,” diye konuştuk. Zor bela ayağa kalkıp aranmaya başladık. Sürekli içeriden sesler geliyordu. Sesin olduğu yere doğru gitmeye çalışıyorduk ancak sürekli düşüp duruyorduk, dengemizi tam anlamıyla kuramıyorduk. Bakınırken yere düştüm ve o arada ben de o siyah örtülüyü gördüm! “Aha!” dedim, “O çarşaflı orada! Hemen yakalayın, birazcık eğleniriz!” dedim. Bana bakıp, “Hani oğlum, nerede?” dediler. “Oradaydı oğlum! Hemen bulalım şu çarşaflıyı!” dedim. Aradık taradık, bulamadık. Sonra süngerlerin başına geçip uyumaya başladık. Sesler gelmeye devam ediyordu.
Yine güneş suratımıza vurdu ve uyanmıştık. Gece olanları hatırlayan var mı diye birbirimize soruyorduk. Çarşaflı kadını üçümüz de hayal meyal hatırlıyorduk. Benim de ayağım şişmişti. “Neyse, aldırış etmeyelim,” deyip daha sonra arabamıza geçip hepimiz işimizin yolunu tuttuk.
Hafta sonu olunca yine sözleşip oraya gittik. Bu sefer çok fazla alkol ve uyuşturucu vardı. Kafalar sürekli gidip geliyordu. Bir ara film tamamen koptu ancak daha sonra düzeldim, ufak ufak anlar hatırlıyordum. İçeriye geçip süngerlere uzanıp bir yandan da devam ediyorduk içmeye. Bu sefer Erdem gitti tuvaletini yapmaya. Yaklaşık 15-20 dakika kadar gelmedi. Geri döndüğünde, “Beyler, bir tane Hobit gördüm! Elinde bir yüzük vardı! ‘Bunu benden alamazsın, bu bizim kıymetlimiz!’ deyip durdu. ‘Herkes bu yüzüğün peşinde, kimseye vermem, sen de alamayacaksın!’ diyordu bana,” dedi. “Ben de peşinden koştum ama yakalayamadım,” diye ekledi. Biz, “Ne yüzüğü? Ne saçmalıyorsun oğlum?” dedik. “Abi, yüzüğü görseniz hayran kalırsınız! Beni nasıl kendisine çekti, inanılmaz bir şeydi!” Biz de bunu duyunca bastık kahkahayı. “Oğlum sen çok film izliyorsun sanırım, anlattığın filmi herkes biliyor zaten. Gel otur, içmeye devam edelim,” dedik. “Oğlum hayal görmedim ben, yemin ederim Hobit’ti o! Hadi gidip yüzüğü alalım!” dedi. Ben de, “Bütün dünya peşindeymiş, bize yedirmezler,” dedim ve sonra bir kahkaha daha attım. “Gel hadi,” dedim, “içmeye devam edelim.” Sonra yine sızıp kalmışız.
Güneş vurunca yüzümüze yine uyandık ve konuşmaya başladık. “Ne oldu oğlum gece? Yine bir şeyler gördün, konuşup duruyordun. Yüzüklü Hobit, bir şeyler anlatıp duruyordun,” dedik. “Birader, yeminle bir Hobit gördüm! Elinde yüzük vardı! ‘Kimseye vermem bunu!’ dedi.” “Kaç gündür hayaller görüyoruz, sorun etme,” dedik. “Hayal değildi oğlum! Ne gördüğümü biliyorum ben!” dedi. Bunu derken biraz da sert çıkışmıştı bize. “Neyse,” dedik, “sonra tekrar konuşuruz. Hadi toparlanıp gidelim buradan.”
Hafta içi yine işlerimize koşturmaya devam ettik. Ara ara görüşüp bu olayı konuşup kahkahalara boğulduk. “Hafta sonu olsun, yine gideriz,” dedik ve hafta sonu geldi çattı. Yine çok yüklü bir miktarda içki ve uyuşturucu almıştık. İki gün çalışmayacağımız için sağlam nevale ile gelmiştik. Yine dışarıda, ağaçların olduğu yere geldik ve başladık içmeye. Kara çarşaflı kadın sandığımız şeyden de, Hobit’ten de sohbet edip gülme krizlerine girdik neredeyse. Vakit yine geç olmuştu. Yine bir dünya olmuştuk. Bu sefer işin dozunu bayağı bir kaçırmıştık, hepimiz çok fenaydık. Düşe kalka yine süngerlerin üstüne attık kendimizi. O arada hepimiz birden villanın içinde acayip şeyler görmeye başladık ve içeride koşturmaya başladık. Canavarlar görüyorduk! Evet, tam olarak sürekli belli olmayan değişik varlıklar peşimizden geliyordu! Tam yüz yüze geldiğimiz esnada kayboluyordu. Kaçmaya çalışıyorduk, önümüze çıkıyordu. Erdem de, Uğur da, ben de ayrı ayrı yerlerde düşe kalka villadan çıkmaya çalışıyorduk.
Ben üst katta, onlar da aşağı katta gözlerimizi açtık. Öğlen olmuştu yine. Benim gözümde morluk vardı, ayrıca dudağım da patlamıştı. Erdem’in çenesi kanamış, Uğur’da da çizikler, kızarıklıklar vardı. Hemen villadan çıkıp olanları konuşmaya başladık. Hepimiz o canavar gibi varlıkları hatırlıyorduk. “Evet gördük,” her birimiz, “Evet gördüm, bizi kovaladılar, kayboldular, geri çıktılar,” diye bahsediyorduk gördüklerimizden. Biraz hırpalanmıştık. “Acaba onlar mı yaptı?” diye düşündük. “Oğlum canavar diye bir şey olamaz, hayal gördük bence,” dedim, “ya da halüsinasyon da olabilir.” “Tamam da hepimiz aynı hayali mi gördük?” dedik. Biraz tedirgin olmuştuk açıkçası. “Hadi arabaya gidelim, bir şeyler atıştıralım, sonra da akşam gelip burada devam ederiz,” dedik.
Araba ile villaların oradan uzaklaştık. Biraz dolaşıp bir şeyler yedikten sonra gün batımına doğru tekrar villaların oraya geldik ve ağaçların dibinde kaldığımız yerden devam ettik. Yine içiyorduk beraber. Gerçekten çok iyi vakit geçiriyorduk, daha doğrusu geçirdiğimizi zannediyorduk. Sürekli kahkahalar, sohbetler… Zaman su gibi akıp geçiyordu. Bütün malzemeler bitmişti neredeyse. Yine önümüzü bile zor görüyorduk, ayakta durmakta zorluk çekiyorduk. Süngerlerin başına gelip hemen kendimizi üstüne atıp uzanmaya başladık. Gözlerimizi kapatamıyorduk, başımız çok fena dönüyordu. O esnada kapının önünden sanki bir şey geçti gibi geldi hepimize de. “Aman,” dedik hepimiz. Diğer odalarda camlar kırılıyordu, birileri yürüyordu, sesleri duyuyorduk ama ayağa kalkacak halimiz yoktu. Hepimiz birden orada sızıp kalmışız.
Bir ara canımın çok acıdığını hisseder gibi oldum ama geri kafam düştü ve uyumuşum. Yine öğleye doğru gözlerimizi açtık. İçerisi biraz acayip bir durumdaydı. Hepimiz villanın içindeydik ama ayrı odalarda uyanmıştık. Birisi başıma bir şeyle vurmuştu sanki, çok acıyordu. Başımdan kanlar da akmıştı. “Siz mi yaptınız?” diye Erdem ve Uğur’a sordum ama onlarda da biraz hasar vardı; birinin ayağı acıyor, diğerinin kolu şişmişti. “Ne oluyor?” dedik böyle. “Sürekli vücudumuzda darbe izleri var, birbirimizi dövecek halimiz yoktu.” “Hadi gidelim, bunun üstüne konuşmayalım, aldırış etmeyelim,” dedik. Oradan uzaklaştık. Kullandığımız alkol ve maddenin etkisiyle ne yaptığımızı bilmiyorduk bence.
Ertesi hafta oraya tekrar gittik ama bu sefer işler çok kötü gitmişti. Hiçbirimizde doğru düzgün para yoktu. İkişer tane bira alıp ağaçların oraya doğru geldik. Sohbete başladık. “Bu hafta da böyle olsun artık,” dedik. Çok para kazanamadığımız için biraz sade takılacaktık yani. Yine de sohbetimiz derin ve keyifli geçiyordu. Aslında böyle sohbet etmenin daha keyifli olduğunu o an anladım. Biraları içmiştik ama hiç dokunmamıştı. O esnada yine içeriden sesler gelmeye başladı. Bu sefer kafamız ayıktı. Üçümüz de birbirimize baktık. “Gidip bakalım,” dedik. İçeri girdik. Sesler geliyordu ama hiçbir şey göremiyorduk. Bu sefer ayık kafayla sese doğru gittik. Hiçbir şey göremedik. Bu sefer yukarıdan sesler geliyordu. “Hadi bakalım, ne var orada?” dedik. Biz yukarı çıkıyorduk, ses aşağıdan geliyordu. Biz aşağı iniyorduk, ses bu sefer yukarıdan geliyordu. Bizimle oyun oynuyor gibiydi.
Üçümüz de sinirlenmeye başladık. “Çık lan karşımıza!” diye bağırdık. O anda tam ayağımızın dibine cam parçaları geldi, adeta biri fırlatmıştı! Hep beraber küfürler etmeye başladık. “Oğlum her kimsen seni çok fena yapacağım!” diye bağırdım. Erdem ise, “İn misin, cin misin? Çık lan!” dedi. Sonra Uğur manalı şekilde bizlere baktı. “Cin olabilir mi ki?” dedi. O esnada kafamız ayık olduğu ve daha mantıklı düşünebildiğimiz için buraya kimselerin uğramadığını ve buranın onların meskeni olabileceğini düşündük ve bu düşünce üçümüzü de ürkütmüştü. Tam o esnada bodrum gibi bir yerden cam kırılma sesi geldi. “Hadi koşturun, ses aşağıdan geldi! Gidip bakalım!” Bodrum kata indik ve kocaman bir karaltı duvarda geziniyordu! “Bu ne lan?” dedik böyle. Yanına yaklaştık ve böğürmeye benzer bir ses çıkardı! Küfürler ederek villanın dışına kaçıp arabaya binip oradan hemen uzaklaştık.
Erdem’in telefonu orada kalmıştı. “Geri dönüp telefonu alalım,” dedi. “Gündüz gideriz, şimdi olmaz,” dedim. Birbirimize baktık, “O neydi oğlum öyle?” dedik. Uğur, “O bir cindi,” dedi. Ben de, “Hani bunlar görünmüyordu? Gördük işte,” dedim. Erdem de benzer şekilde bana katıldı. Uğur ise dedesinin bu tarz işlerden anladığını, cinlerin sahipsiz, terk edilmiş yerleri sevdiğini, bu ve benzer hikayeleri dedesinden çok fazla dinlediğini söyledi. Biz arabayı o villalardan uzak bir yere çekip sabah olmasını bekledik.
Daha sonra Uğur ve Erdem birlikte, sadece gündüz vakitleri birkaç kez daha o villalara gittik ama hiçbir esrarengiz durumla karşılaşmadık. Geceleri ise gitmeye cesaretimiz yoktu. Aradan birkaç hafta sonra yine bir gündüz vakti o villaların olduğu yere doğru giderken yaşlı bir çifte denk geldik. “Nereye gidiyorsunuz gençler?” dediler. Biz de şöyle dolandığımızı, villaların o tarafa doğru gittiğimizi söyledik. “Gitmeyin oraya sakın! Orada birçok işçi öldü ya da kayboldu! Oraya cinler musallat olmuş, kimse gitmez oraya! Bilmiyor musunuz bunu?” dedi. Biz de bilmediğimizi söyleyip amcaya teşekkür ettik. Daha sonra amca, hikayenin başında anlattığım mezarlık olayını anlattı, işçilerin ve müteahhidin başına gelenlerden detaylı şekilde bahsetti.
Bize anlatılan hikaye ve bizim yaşadıklarımız birbiriyle örtüşüyordu. Kötü alışkanlıklarımız ve bağımlılıklarımız yüzünden yaşadığımız korkunç olayların farkında bile değilmişiz. Onlar bizi sadece uyarmış. Çok şükür ki kafamız normalken olayı çözebilmiş ve belki de büyük bir musibetten kıl payı kurtulabilmiştik. Gördüklerimiz ve yaşadıklarımız çok değişik şeylerdi. Bir daha o villaların oraya gitmeyi bırakın, yakınından bile geçmedim. Hatta gece vakti ıssız ve tenha bir yere bile gitmiyorum artık. Bu olay her üçümüzün de bağımlılıklarını sonlandırmasına da vesile olmuştu belki de, bilemiyorum, Yaratan tarafından bir işaretti bize.
Views: 31