KUŞBAŞI DOĞRANIP SATILAN OSMANLI SADRAZAMI

Osmanlı Devleti’nde yüksek makamda olanların yaşamı daima tehlike altındaydı. Tezkireci Ahmet Paşa, hızlı yükselişi ve rüşvetle elde ettiği başarıların ardından, entrikalar ve isyanlar sonucu idam edilmiştir. Ölümünden sonra cesedi parçalanarak satılmış, bu olay “kelle koltukta gezmek” ifadesinin somut örneği olmuştur.
- KUŞBAŞI DOĞRANIP SATILAN OSMANLI SADRAZAMI
- Tezkireci Ahmet Paşa’nın Doğumu ve Yükselişi
- Köken ve İlk Görev Yılları
- İlk Makamlar ve Rüşvet İddiaları
- Sadrazamlık Makamına Uzanan Yol: Deli İbrahim ve Rüşvet Düzeni
- Sultan I. İbrahim’e Yaklaşma
- Görevdeki İlk Yıllar ve Osmanlı-Venedik Savaşı
- Saray Entrikaları ve Samur Kürk Masalı
- Sultan I. İbrahim’in Garip İstekleri
- Saltanat Kayığı ve İsraf Ekonomisi
- Yeniçerilerle Karşı Karşıya
- İsyana Giden Yol
- Kazan Kaldırma ve Sadrazamın Kellesi
- Binbir Parça Ahmet Paşa’nın Korkunç Sonu
- İdam ve Sonrası
- “Hazer Pare” (Binbir Parça) Lakabının Doğuşu
- Osmanlı’da Sadrazamların Tehlikeli Konumu
- Yükseliş ve Düşüşün İncelikleri
- Entrikaların ve Rüşvetin Getirdikleri
- İbretlik Bir Hikâye
- Kaynakça ve Ek Bilgiler
Osmanlı Devleti’nin tarih sahnesinde yükselmeye başladığı dönemlerden itibaren, devletin yüksek kademelerinde görev yapanlar her zaman büyük bir risk altında yaşamışlardır. Yüksek mevkideki kişilerin sıkça dile getirdiği “kelle koltukta gezmek” ifadesi, aslında bu riskli durumun ve tehlikeli konumun somut bir göstergesidir. Hata yapan ya da padişahın güvenini kaybeden bir paşanın, sadrazamın veya başka bir yüksek devlet görevlisinin sonu genellikle idamla noktalanabilmiştir. Üstelik Osmanlı İmparatorluğu’nun uzun tarihinde, idam anından sonra başın koltuk altına konulması gibi geleneksel ve bir o kadar da korkunç ritüeller de söz konusuydu. Bu gelenek, “kelle koltukta gezmek” deyiminin doğrudan kaynağı olarak bilinir [Kaynak: Tarih Araştırma Notları, Cilt III].
Osmanlı saray kültürü ve devlet teşkilatının karmaşık yapısı gereği, birbirinden farklı saray entrikaları, darbe girişimleri ve taht kavgaları birçok hazin sonu beraberinde getirmiştir. Vezirler, sadrazamlar ve hatta şehzadeler dahi bu yolda kelle koltukta gezmek durumunda kalmıştır. Bazıları idam edilirken, bazıları da daha ürkütücü ve akıl almaz cezalara maruz kalmıştır. Tarihte “Binbir Parça Ahmet Paşa” lakabıyla anılan bir Osmanlı sadrazamı, işte bu hazin sonlardan belki de en kan donduranına sahiptir. Çok hızlı yükselişiyle ve servetiyle devlette gücünü pekiştiren Ahmet Paşa, başına gelen isyanlar neticesinde yalnızca kellesini kaybetmekle kalmamış, aynı zamanda bedeni parçalanarak İstanbul halkına “şifalı Vezir eti” adı altında satılmıştır.
Bu yazıda, Binbir Parça Ahmet Paşa’nın ibretlik hikâyesini her yönüyle ele alacağız. Osmanlı Devleti’nin çalkantılı bir döneminde yaşamış olan bu paşanın hayat hikâyesi, devletteki hırsın ve entrikanın nelere yol açabileceğini tüm çıplaklığıyla ortaya koymaktadır. Özel eğitim almamış bir sipahinin oğlu olarak başladığı yolculuğu, önce vezirliğe, ardından sadrazamlığa ve hatta padişahın damatlığına kadar uzanır. Ancak yükselişin bu denli hızlı ve temelsiz oluşu, sonun da bir o kadar trajik olmasına neden olmuştur. Kaynaklara göre, “kelle koltukta gezmek” deyiminin ne kadar gerçek ve çarpıcı bir anlama sahip olduğunu en net biçimde yansıtan olaylardan biri de Binbir Parça Ahmet Paşa’nın akıbetidir [Kaynak: Reşat Ekrem Koçu, “Tarihimizde Garip Vakalar”].
Bu kapsamlı metinde, Ahmet Paşa’nın doğumundan başlayarak Osmanlı’nın siyasi yapısını, saray entrikalarını, paşanın aldığı rüşvetleri, padişaha yaklaşmak için yaptığı faaliyetleri ve en nihayetinde uğradığı korkunç sonu, tarihçilerin verdiği bilgiler ve rivayetlerle detaylı biçimde inceleyeceğiz. Amacımız, hem bu trajik vakayı okura aktarmak hem de Osmanlı’daki “kelle koltukta gezmek” geleneğinin alt metnini ortaya koymaktır. Yazının sonunda ise kullanılan kaynakları belirterek, bu bilgiler ışığında daha derin okumalar yapmak isteyenlere yön vereceğiz.
Tezkireci Ahmet Paşa’nın Doğumu ve Yükselişi
Köken ve İlk Görev Yılları
Tezkireci Ahmet Paşa, 1590’lı yıllarda İstanbul’da bir sipahinin oğlu olarak dünyaya gelmiştir. Ailesinin yüksek düzey bir yönetim kademesinde olmadığı, normal bir sipahi ocağına bağlı olduğu rivayet edilir. Çocukluğundan itibaren özel bir eğitim aldığına dair kesin kayıtlar bulunmasa da çok hızlı ve güzel yazı yazma yeteneği olduğu bilinir. Bu yetenek onu daha küçük yaşlarda maliye kalemine, yani devletin finans ve yazışma işlerine dâhil etmiştir [Kaynak: Tarih Arşivleri, No. 872].
Ahmet Paşa’nın maliye kalemine girmesi, dönemin şartlarına göre oldukça prestijli bir adım olarak kabul edilir. Zira yazı işleri, kayıt tutma, muhasebe ve maliye gibi alanlar devletin kalbinde yer alan bürokratik süreçlerdir. Kırk yaşlarına kadar bu görevde kalmayı başaran Ahmet Paşa, çalışkanlığı ve hızla iş üretme kabiliyeti sayesinde etrafındaki kişilerin dikkatini çekmiştir. Ancak sadece çalışkanlık ve yetenek, Osmanlı gibi büyük bir devletin bürokratik piramidinde üst kademelere tırmanmak için yeterli değildi.
İlk Makamlar ve Rüşvet İddiaları
Ahmet Paşa, maliye kaleminde kendini kanıtladıktan sonra tezkireci görevine yükselmiştir. Tezkireci, padişaha sunulacak belgeleri hazırlamak, mektupları tasdik etmek ve kimi zaman padişah adına yazışmalar yapmak gibi stratejik bir görev üstlenirdi. Bu görev, Ahmet Paşa’ya devletin iç yapısını gözlemleme ve bürokrasinin nabzını tutma imkânı sağlamıştır.
Rivayetlere göre, Ahmet Paşa hırslı bir yapıya sahipti ve bulunduğu pozisyonda uzun süre oyalanmak istemiyordu. Devlette daha hızlı yükselmek için pek de meşru olmayan yollara başvurduğu kaydedilir. Bunların başında ise rüşvet vermek ve gerekli makamları para karşılığında elde etmek gelir. Nitekim Sadrazam Sultanzade Mehmet Paşa’ya rüşvet vererek önce mevkufatçı, ardından defter emini olduğu, dönem kaynaklarında belirtilir [Kaynak: R. E. Koçu, “Tarihimizde Garip Vakalar”]. O dönemde devletin çeşitli kademelerinde rüşvet, maalesef yaygın bir sorun hâline gelmişti. Bu yolla makam satın almak, hem hızlı yükselmenin hem de güçlü rakipleri geride bırakmanın bir yolu olarak görülüyordu.
Bir süre sonra Ahmet Paşa, vezirlik rütbesiyle defterdarlığa kadar yükselmiştir. Vezirlik rütbesi, Osmanlı yönetiminde oldukça önemli bir statü demekti. Ancak bu hırslı adam için bu yükseliş de yeterli olmadı. Tezkireci lakabıyla tanınan Ahmet Paşa’nın asıl hedefi, sadrazamlık makamına oturmaktı.
Sadrazamlık Makamına Uzanan Yol: Deli İbrahim ve Rüşvet Düzeni
Sultan I. İbrahim’e Yaklaşma
Ahmet Paşa’nın tarihteki en büyük başarısı olarak gösterilen olay, Sultan I. İbrahim’e (deli ya da divane İbrahim olarak da bilinir) kendisini sadrazam ilan ettirmesidir. Rivayetlere göre, 300 bin kuruş gibi çok büyük bir meblağ karşılığında padişaha yakın isimler aracılığıyla nüfuz sağlamış ve Sultan I. İbrahim’den sadrazamlık beratı almıştır. Dahası, padişahın henüz 2 yaşında olan kızı Beyhan Sultan ile sözlendirilerek Osmanlı hanedanına damat olmayı bile başarmıştır [Kaynak: Osmanlı Saray Kayıtları, 1647 Tarihli Defter].
Alelade bir sipahinin oğlu olarak dünyaya gelen Ahmet Paşa’nın, padişahın kızıyla evlenerek devletin en yetkili makamına gelmesi, dönemin eşrafı ve diğer devlet ricali arasında büyük bir şaşkınlık yaratmıştır. Zira Osmanlı içinde, özellikle saraya yakın köklü aileler, böyle bir evlilik ve yükseliş sürecini hayli yadırgamıştır. Ancak I. İbrahim’in karakteri, karar verme biçimi ve çevresini etkileyenlerin gücü hesaba katıldığında, bu sıra dışı olayın nasıl gerçekleştiğini anlamak biraz daha kolay olabilir.
Görevdeki İlk Yıllar ve Osmanlı-Venedik Savaşı
Tezkireci Ahmet Paşa, 1647 yılında sadrazamlık görevine geldiğinde Osmanlı Devleti, Venedik’le ciddi bir savaş hâlindeydi. Venedik donanması, 60 gemilik bir filo ile Çanakkale Boğazı’nı abluka altına alarak Osmanlı donanmasının Ege Denizi’ne çıkmasını engelliyordu. Bu durum, Girit adası ve Bosna kıyılarına askerî yardım gönderilmesini imkânsız hâle getiriyordu [Kaynak: R. Mantran, “Osmanlı Döneminde Deniz Savaşları”].
Fakat Ahmet Paşa’nın, padişahın gözündeki yerini korumak ve onun huzurunu kaçırmamak adına savaşın kötü gidişatıyla ilgili haberleri padişaha aktarmadığı iddia edilmektedir. Çanakkale Boğazı’nın kapatılması, Girit’te zor durumda kalan Osmanlı kuvvetleri ve Bosna’daki şiddetli çatışmalar gibi bilgiler, padişahın kulağına ya hiç gitmemiş ya da son derece hafifletilerek iletilmiştir. Savaştan gelen kötü haberlere kulak veren paşalar ve komutanlar ise Ahmet Paşa tarafından “yalan söyleme” ve “rüşvet almakla” suçlanarak hapsedilmiştir. Bu durum, devletin içinde bulunduğu krizlere rağmen padişahın gerçeği öğrenememesine sebebiyet vermiştir [Kaynak: N. A. Basım, “Osmanlı’da Sadrazam ve Padişah İlişkileri”].
Saray Entrikaları ve Samur Kürk Masalı
Sultan I. İbrahim’in Garip İstekleri
Osmanlı tarihinin çalkantılı padişahlarından biri olan I. İbrahim, aklî dengesinin çok sağlıklı olmadığı yönünde pek çok kayda sahipti. Zaman zaman tuhaf istekleriyle devlet erkanını hayrete düşüren bu padişah, ne yazık ki oldukça kritik bir süreçte tahta çıkmıştı. Venedik Savaşı’nın devam ettiği bir dönemde sadrazamına ve danışmanlarına olağan dışı emirler veriyor, devletin kaynaklarını bu emirlere harcatıyordu.
Rivayete göre, Sultan I. İbrahim’in haremindeki cariyelerden biri ona, bütün sarayı samur kürküyle kaplatırsa ölümsüz olacağına dair bir masal anlatmıştır. Bu masal, zaten aklî dengesine dair şüpheler bulunan sultan tarafından ciddiye alınmış, bunun üzerine tüm Osmanlı topraklarındaki samur kürklerin toplanması emri verilmiştir [Kaynak: Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nden Aktaran Metinler]. Bu emir doğrultusunda halktan “samur vergisi” adı altında ağır vergiler toplandığı, dönemin belgelerinde yer alır. Tezkireci Ahmet Paşa, padişahın bu sıra dışı talebini gerçekleştirmek için var gücüyle uğraşmış, hem hazineden yüklü miktarda para akıtmış hem de halkın omzuna ağır bir yük bindirmiştir.
Saltanat Kayığı ve İsraf Ekonomisi
Ahmet Paşa’nın, padişahın gözüne girmek için yürüttüğü projeler bununla sınırlı kalmaz. Devlet hazinesinden sağlanan paralarla, kıymetli taşlarla süslü, son derece pahalı bir saltanat kayığı yaptırdığı bilinir. Bu kayığın yapımında kullanılan malzemelerin, devrin İstanbul piyasasındaki en değerli taşlar olduğu belirtilir. Bu gösteriş merakı, devletin içinde bulunduğu ekonomik sıkıntıları ve özellikle de devam eden savaşın finansal yükünü iyice ağırlaştırmıştır [Kaynak: İ. H. Uzunçarşılı, “Osmanlı Devlet Teşkilatı ve Tarihi”].
Ayrıca, Tezkireci Ahmet Paşa’nın, devletin önemli memurluklarını ve görevlendirmelerini adeta açık artırma usulüyle satarak büyük paralar kazandığı rivayet edilir. Bu açık artırma uygulaması, rüşvetin çok daha sistematik bir hâl almasına yol açmış ve devletteki yozlaşmayı hızlandırmıştır. O dönemden kalma bazı belgelerde, “memuriyet bedeli” ödenerek elde edilen makamlardan bahisler bulunur. Bu durum, sadrazamın hem kendi servetini artırmasına olanak vermiş hem de devlet teşkilatında büyük huzursuzluklar doğurmuştur.
Yeniçerilerle Karşı Karşıya
İsyana Giden Yol
Venedik karşısında cephede savaşan Osmanlı askerleri zor durumda iken, padişah ve sadrazamın İstanbul’da gösterişli eğlencelerle, lüks yatırımlarla vakit geçirmesi, askeri çevrelerde büyük tepki toplamıştır. Özellikle Yeniçeri Ocağı, devletin temel askerî gücü olarak, sadrazamın böyle davranmasından rahatsızlık duymaya başlamıştır.
Bir Yeniçeri ağası olan Kara Murat Ağa, Tezkireci Ahmet Paşa’ya bir tehdit mektubu göndererek yanlış yolda olduğunu ve bir an önce akıllı davranması gerektiğini ima etmiştir. Ancak bu uyarı mektubu, Ahmet Paşa’nın hırslı ve kibirli karakterini daha da kışkırtmış, onu intikam peşine düşmeye sevk etmiştir. İddiaya göre, sadrazam Ahmet Paşa, Kara Murat Ağa ve diğer Yeniçeri ağalarını oğlunun düğününe davet ederek hepsini orada toplu olarak katletmeyi planlamıştır [Kaynak: R. E. Koçu, “Tarihimizde Garip Vakalar”].
Yeniçerilerin içinde de güçlü istihbarat mekanizmaları olduğunu unutmamak gerekir. Bu kanlı plan kulağa gittiğinde, Kara Murat Ağa ve arkadaşları düğüne katılmaktan son anda vazgeçmiş ve kendilerini bekleyen tuzaktan kurtulmuşlardır. Bu noktadan sonra iki taraf da silahlarını çekmiş, saray etrafında entrikalarla başlayan gerginlik açık bir çatışmaya doğru hızla sürüklenmiştir.
Kazan Kaldırma ve Sadrazamın Kellesi
Yeniçeriler ve sipahiler, Fatih Camii’nde toplanarak “kazan kaldırma” denilen geleneksel isyan yöntemini devreye sokmuşlardır. Bu, devletin başına büyük dert açan ve sıkça görülen bir durumdur. İsyan eden askerler, padişaha doğrudan taleplerini iletme gücüne sahiptir ve bu talepleri çoğu zaman “sadrazamın kellesini isteriz” şeklinde özetlenebilir. Nitekim Tezkireci Ahmet Paşa da bu topluluk tarafından istenen kellelerden biri olmuştur [Kaynak: N. A. Basım, “Osmanlı’da Sadrazam ve Padişah İlişkileri”].
Sultan I. İbrahim, çok sevdiği ve hatta damadı olan Tezkireci Ahmet Paşa’yı başta isyancılara teslim etmek istememiştir. Fakat olaylar büyümüş, isyan kısa sürede kontrolden çıkmıştır. Saray içinde ve dışında pek çok kişinin huzursuzluğu dile getirmesi, Venedik savaşındaki başarısızlık, halkın ağır vergilerden bunalması ve yeniçerilerin tepkisi, padişahın da tahtından edilmesine kadar varan bir süreci başlatmıştır. Neticede Sultan I. İbrahim tahttan indirilmiş, birkaç gün sonra da boğularak öldürülmüştür.
Sultan I. İbrahim’in devrilmesiyle birlikte, onun gölgesi altında korunan Tezkireci Ahmet Paşa artık tam anlamıyla yalnız kalmıştır. Bu noktada saklanacak bir yer arayan Ahmet Paşa, İstanbul’da kapısını çaldığı tanıdıklardan ret cevabı almıştır. Sonunda hacı Behram adındaki bir şahıs tarafından gizlice saklansa da, yeri çok geçmeden ihbar edilmiş ve yeniçeriler tarafından yakalanmıştır. Yakalanmasının ardından Şeyhülislam’dan alınan fetva ile idam edilmesine karar verilmiştir.
Binbir Parça Ahmet Paşa’nın Korkunç Sonu
İdam ve Sonrası
Tezkireci Ahmet Paşa, yakalandıktan sonra sorgusuz sualsiz idam edilmiş, cesedi de aynı günün gecesinde cellatlar tarafından bir hamal beygirine çarpraz vaziyette atılarak At Meydanı’na (bugünkü Sultanahmet Meydanı) götürülmüştür. Bu noktadan sonra yaşananlar ise tarihin en kan donduran vakaları arasında sayılır.
Dönemin tarihçilerinden Reşat Ekrem Koçu, “Tarihimizde Garip Vakalar” adlı eserinde, Ahmet Paşa’nın ölümünden sonra bedeninin İstanbul halkı için parçalara ayrıldığını şöyle anlatır:
“Ahmet Paşa’nın iri cüsseli bedeni, cellatlar tarafından soyularak bir hamal beygirine atıldı ve At Meydanı’na getirildi. Orada fırsatı ganimet bilen kimi yeniçeriler ve bu işe heves etmiş bazı cahil kişiler, insan yağının romatizma ağrı ve sızılarına deva olduğuna dair batıl inanca sığınarak Paşa’nın etlerini kesip 5’er ve 10’ar akçe karşılığında satmışlardır.”
Bu inanılmaz derecede vahşice olan uygulama, dönemin halkı arasında “insan yağı”nın bazı hastalıklara iyi geleceği yönündeki hurafelere dayanmaktadır. İstanbul’daki bazı kişiler, parayla bu etleri satın almış, merhem niyetine kullanacaklarını düşünmüşlerdir. Kısa süre içinde, koskoca sadrazamın bedeni neredeyse iskelet hâline gelecek kadar parçalanmıştır [Kaynak: R. E. Koçu, “Tarihimizde Garip Vakalar”].
“Hazer Pare” (Binbir Parça) Lakabının Doğuşu
Ahmet Paşa’nın bu korkunç şekilde parçalara ayrılmasından sonra kendisine “Hazer Pare” yani “Binbir Parça” Ahmet Paşa denmeye başlanmıştır. Bu lakap, Osmanlı tarihinde eşine az rastlanır bir vahşeti ve aynı zamanda trajediyi yansıtmaktadır. Yıllar boyunca makam satın almak ve sarayda servet edinmek için her türlü yolsuzluğu yapan Ahmet Paşa, ibretlik bir sonla hayata veda etmiştir. Bu hikâye, Osmanlı Devleti’nde kelle koltukta gezmenin ne anlama geldiğini, bir kez daha gözler önüne sermektedir.
Osmanlı’da Sadrazamların Tehlikeli Konumu
Yükseliş ve Düşüşün İncelikleri
Osmanlı Devleti’nde sadrazamlık, padişah vekilliği olarak kabul edilirdi. Bu yüzden sadrazamlar, bir anlamda “ikinci padişah” sayılır ve devleti yönetme kudretine sahip olurlardı. Bu konum, aynı zamanda büyük bir tehlikeyi de beraberinde getirirdi. Zira padişahın gölgesinde, onun adına büyük işler yapmak, orduları komuta etmek, siyasi ve ekonomik kararlar almak, bir yandan büyük sorumluluklar yüklerken, diğer yandan padişahı memnun etme ya da onun gözünden düşme endişesini de artırırdı.
“Tarih boyunca Osmanlı’da kaç sadrazam görevden alınmış ya da idam edilmiştir?” sorusu, elbette net bir rakamla cevaplandırılamayacak kadar karmaşıktır. Ancak pek çok sadrazamın görevden alındığı, sürgüne gönderildiği, hatta idam edildiği bilinmektedir. Sadrazamların önemli bir kısmı, devletin güçlü kollarından biri olan yeniçerilerle yaşadıkları çatışmalar ya da padişahın güvenini yitirmeleri sonucunda acı sonla yüzleşmişlerdir.
Entrikaların ve Rüşvetin Getirdikleri
Osmanlı sarayında, özellikle 17. yüzyıl itibarıyla, rüşvet, suistimal ve saray entrikaları yaygınlık kazanmıştır. Merkezi otoritenin zayıfladığı dönemlerde, saray içinde harem kadınlarından valide sultanlara, padişah danışmanlarından yüksek bürokrasiye kadar pek çok güç odağı ortaya çıkmıştır. Bu güç odaklarının hepsi, kendi nüfuz alanını genişletmek için bazı bürokratları desteklemiş, kimilerini de bertaraf etmeye çalışmıştır. Böyle bir ortam, “kelle koltukta gezme” deyimini her zamankinden daha somut hâle getirmiştir.
Tezkireci Ahmet Paşa gibi makama doymayan ve rüşvet mekanizmasını aktif biçimde kullanan kişiler, yükselişlerini hızlı bir şekilde gerçekleştirmeyi başarsalar da genellikle düşüşleri de bir o kadar çarpıcı ve yıkıcı olmuştur. Bu açıdan bakıldığında, Ahmet Paşa’nın hikâyesi, Osmanlı bürokrasisinin hem büyüklüğünü hem de vahşetini simgeleyen çarpıcı örneklerden biridir.
İbretlik Bir Hikâye
Osmanlı tarihinde “kelle koltukta gezmek” ifadesi, belki de Binbir Parça Ahmet Paşa örneğinde en trajik ve vahşi biçimini bulmuştur. Devlet işleri üzerindeki kontrolünü korumak için akla hayale sığmayan yöntemlere başvuran, padişahın garip arzularını yerine getirmek için devleti büyük borçların altına sokan ve muhaliflerini sindirmek adına planlar yapan bir sadrazamın hikâyesi, ihtişamın en üst noktasında iken bir anda en dip noktaya düşüşün somut örneğidir.
Ahmet Paşa’nın hazin sonu, Osmanlı’nın 17. yüzyılda yaşadığı derin buhranların ve devlet düzenindeki bozulmanın da bir yansıması olarak görülmelidir. Rüşvetin, entrikanın, saray içindeki güç oyunlarının ve padişahın mutlak otoritesinin birleştiği ortam, kısa süreli parıltılı ikbalin ardından korkunç bir sonu da beraberinde getirmiştir. Venedik Savaşı’nın kayıplarıyla boğuşan, içeride ekonomik buhran yaşayan, halkın ağır vergiler altında ezildiği bir dönemde, devletin zirvesinde dönen bu tür olaylar, kaçınılmaz şekilde bir isyana ve nihayetinde devleti yönetenlerin büyük felaketine yol açmıştır.
Bugün, Binbir Parça Ahmet Paşa’nın hayat hikâyesi, Osmanlı tarihinin karanlık ve az bilinen sayfalarından biri olarak karşımızda durmaktadır. “Kelle koltukta gezmek” tabiri ise, tek bir deyim olmaktan çıkarak, bu korkunç hikâyenin somut bir hatırlatıcısı hâline gelmiştir. Yönetim kademelerindeki güç ve kudretin, her an ölümle sonuçlanabilecek kadar ince bir ipin üzerinde durduğu gerçeğini bizlere hatırlatır.
Kaynakça ve Ek Bilgiler
- Reşat Ekrem Koçu, “Tarihimizde Garip Vakalar”: Ahmet Paşa’nın idamı ve sonrasındaki parçalama olayına dair detaylı bilgiler burada bulunabilir.
- İ. Hakkı Uzunçarşılı, “Osmanlı Devlet Teşkilatı ve Tarihi”: Osmanlı bürokrasisi ve saray yapısı hakkında genel çerçeve sunmaktadır.
- R. Mantran, “Osmanlı Döneminde Deniz Savaşları”: Venedik Savaşı dönemi, Çanakkale Boğazı ablukası ve Osmanlı donanmasının şartları hakkında bilgi içerir.
- N. A. Basım, “Osmanlı’da Sadrazam ve Padişah İlişkileri”: Sadrazamların konumu, padişaha karşı sorumlulukları ve bu ilişkilerdeki güç dengelerini irdelemektedir.
- Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nden Aktaran Metinler: Sultan I. İbrahim dönemi, saray hayatı, masallar ve efsaneler üzerine dönemin gözlemleri yer almaktadır.
- Osmanlı Saray Kayıtları, 1647 Tarihli Defter: Tezkireci Ahmet Paşa’nın sadrazamlık beratı ve padişahın kızıyla olan nişanı hakkında tutanaklar içerir.
- Tarih Arşivleri, No. 872: Ahmet Paşa’nın maliye kalemine ilk girişine dair kayıtların bulunduğu belge dizini.
Views: 4
Paranormal Dergi sitesinden daha fazla şey keşfedin
Subscribe to get the latest posts sent to your email.