Kara Büyü ve Kayıp Aşk | Gerçek Korku Hikayesi

Gerçek Korku Hikayesi: Kırşehir’in bir köyünde aşkına kavuşmak için büyüye başvuran Muhsin’in trajik hikayesi. Büyücünün ihaneti, cin musallatı, korkunç olaylar ve bir ömür süren yıkım.

Herkese merhaba, ben Sedat. Size Kırşehir’in bir köyünde 1970’li yıllarda yaşanmış bir olayı anlatacağım. Bu vakayı büyüklerimizden dinlemiştim. Onlardan duyduğum şekilde anlatırsam kısa süreceği için kurgulayarak uzatmayı tercih ettim ama şunu bilmenizi isterim ki anlatacaklarım tamamen gerçektir. Daha iyi anlayabilmeniz için olayları dedemin ağzından anlatarak başlayacağım.

Dedem Musa Anlatıyor:

İsmim Musa ve o zamanlar 24-25 yaşlarında genç bir delikanlıydım. Geçimimizi çiftçilikle sağlar, kendi yağımızda kavrulur giderdik. Eskiden erken evlenilirdi bilirsiniz. Henüz 17 yaşındayken evlenmiş, 24 yaşına gelene kadar iki çocuk sahibi olmuştum.

Çok yakın iki arkadaşım vardı: Mustafa ve Muhsin. Mustafa da benim gibi genç yaşta evlenmişti fakat Muhsin bekârdı. Muhsin’in çocukluk yaşlarından beri sevdiği bir kız vardı, adı Bahar. Muhsin’in rahmetli babası Yusuf amca ile Bahar’ın babası İlyas amca, tarla davaları yüzünden birbirine düşmandı. Yusuf amca vefat ettiğinde Muhsin henüz 13 yaşında bir çocuktu.

Muhsin ve Bahar’ın arkadaşlıkları geçen zaman içinde gönül ilişkisine dönüşmüş, evlenmek istemişlerdi. Fakat Bahar’ın babası İlyas amca bu evliliğe katı bir şekilde karşıydı. Yıllar içinde üç defa kız istemeye gitmişler fakat her seferinde kovulmuşlardı. En son istemeye gittiklerinde artık Muhsin 24, Bahar ise 20 yaşına girmişlerdi. Bu zaman zarfında Bahar’a başka talipler de çıkmıştı ama Bahar bir şekilde onlardan kurtulmanın yolunu bulmuştu.

Muhsin son zamanlarda çok dertliydi; yüzü hiç gülmüyor, yaşayan bir ölü gibi dolanıyordu. Bir gün üç yakın arkadaş buluştuk ve konuşmaya başladık. “Muhsin güzel kardeşim,” dedim, “anlıyorum bu durum zor. Birbirinizi çok seviyorsunuz ancak sizin kavuşmanız çok zor görünüyor. Sen bu kızı kaçırsan mı acaba?” Muhsin derin bir iç çekip, “Düşünmedim mi sanıyorsun? Bahar, anne babasının rızası olmadan olmaz diyor sürekli. Ne yapacağım ben de şaşırdım,” dedi.

Mustafa lafa girerek, “Ben bir yolunu biliyorum ama…” deyip durakladı. Yüzünden anladığım kadarıyla aslında söyleyip söylememe konusunda emin değildi. Muhsin bütün dikkatini vermiş şekilde, “Konuşsana Mustafa! Ama ne?” diye sordu.

Mustafa kararsız bakışlarla devam etti: “Karşı köydeki akrabalarla konuşurken köye yeni taşınan bir adamdan bahsettiler. Tuhaf bir adammış, başta kendini pek tanıtmamış. Köylüler şüphelenip takip etmeye başlamış. Adam belli saatlerde ormana çıkıp değişik bitkiler topluyormuş. Sonradan öğrenmişler ki adam meğer köyden birinin akrabası oluyormuş, büyü işlerinde bilgili birisiymiş. Akrabasının çocuğu olmadığından dolayı bundan yardım istemişler. O da yaşadığı yeri değiştirmek istiyormuş zaten, gelip köye yerleşmiş.”

Muhsin, “Ee?” dedi. Mustafa omzundan dürterek, “Evet, ee? Ne demek istiyorsun Mustafa? Sadede gel,” dedi.

Mustafa devam etti: “Acaba sen bu adamdan yardım mı alsan? Büyü yaptırarak kendi rızalarıyla vermeye razı edersin belki de…”

Muhsin’in yüzü uzun zamandır ilk defa gülüyordu. Yerinden fırlayarak Mustafa’ya sarılıp öpmeye başladı. “Hayatımı kurtardın be Mustafa! Oldu bu iş!” dedi ve hiçbir şey söylemeden koşarak uzaklaştı. Sonradan öğrendik ki Bahar’la konuşmaya gitmiş. Bahar başta karşı çıkmış tabii ama Muhsin’in tatlı dili üstün gelmiş; masum, küçük bir büyü olacağını ve hayırlı bir iş için yapılacağını söyleyerek ikna etmiş. Birkaç saat sonra tekrar yanımıza geldiğinde gülerek söyledi bunları. Mustafa’ya dönerek, “Mustafa, sen akrabalarına haber et, yarın gidip halledelim şu işi,” dedi.

Ben bu büyü işlerine pek iyi bakmıyordum, dinimizce de haram kılınmış. “Yapmayın, etmeyin,” desem de dinletemedim. Üstelik Muhsin’in sert bakışlarından nasibimi almıştım.

Ertesi gün Bahar’ı da alıp dördümüz Mustafa’nın bahsettiği köye aldık soluğu. Söylenen saatte büyücünün evine varmıştık. Kapıyı açtığı ilk andan itibaren gözüm tutmamıştı adamı. Tabiri caizse suratında meymenet yoktu. Bizi içeriye buyur edip ince koridorun sonundaki odaya oturttu. Birkaç dakika sonra içinde çay olan bir tepsiyle gelip ikram ettikten sonra karşımıza oturdu ve “Sizin için ne yapabilirim?” diye sordu.

Muhsin söz alarak derdini anlattı. Adam bir yandan Muhsin’i dinliyor, diğer yandan da siyah uzun sakallarını sıvazlarken kaş altından Bahar’a bakıyordu. Bahar adamın bakışlarından rahatsız olmuş olacak ki kafasını pencereye çevirmiş dışarıyı izliyordu. Müdahale edip etmeme konusunda kararsızlık içindeyken Muhsin’in lafı bitti ve büyücü söz aldı: “Kızın ailesinin razı olması için bir büyü yapabilirim ama her şeyin bir karşılığı vardır. Senden bir miktar altın istiyorum. Eğer kabul ediyorsan, büyü için Bahar’ın ailesine ait birkaç şey isteyeceğim; saç teli benzeri şeyler… İstediklerimi hazır edince tekrar gelin,” dedi.

Muhsin, büyücünün istediğini düşünmeden kabul etti. Adam bizi yolcu ederken Bahar’a attığı rahatsız edici bakışları devam ediyordu. Dışarıya çıktığımızda Muhsin’e, “Benim gözüm bu adamı hiç tutmadı, Bahar’a bakışları bile bir tuhaf. Bence siz bu işten vazgeçin,” dedim. Gözlerinin içi gülen Muhsin bu sözleri duyunca ani bir öfke patlamasıyla bana bağırmaya başladı: “Ben yıllardır kavuşacağım anı bekledim! Şimdi elime fırsat geçmişken mani olmaya çalışıyorsun! Adama çamur atma, buna izin vermem!” dedi. “Aptallık yapma, adamın niyeti kötü diyorum!” Sözümü bitirdiğim anda Muhsin suratıma bir yumruk indirmişti. “Allah’ından bul Muhsin!” diyerek yediğim yumruğu sineye çekip oradan ayrıldım. Bu kadar tepki vermesi hiç normal değildi. O günden sonra Muhsin’le bir daha konuşmadım. Mustafa birkaç defa barıştırma çabasında bulunsa da oralı olmadım.

Sonradan öğrendim ki büyücü Bahar’a göz koymuş ve daha evden çıkmadan anlaşma yaptığı cinlerden birini Muhsin’e musallat etmiş. Ani tepkisinin nedeni cinlinin Muhsin’e vesvese vermesiymiş.

Mustafa Anlatıyor:

Muhsin’in Musa’ya attığı yumruk çok gereksizdi. Neden böyle aşırı bir tepki vermişti ki? Muhsin’e bu büyücüden bahsedip bahsetmeme konusunda kararsızdım, aniden ağzımdan kaçırdım ve bunu yaptığıma çok pişman oldum. Neyse, olan oldu artık. Ama Musa haklıydı, büyücünün Bahar’a bakışları benim de dikkatimi çekmişti. Ne yazık ki aracı olduğum için bir şey diyemedim.

Bu olaydan sonra evlere dağıldık. Muhsin ve Bahar büyü için gerekli olan malzemeleri hazır edecekti. Ertesi gün tekrar buluşup işi bitirmek için büyücünün evine yol aldık ama bu sefer bir kişi eksiktik. Musa’ya gidip alttan almasını, Muhsin’in kafasının karışık olduğunu söylesem de fayda etmedi, çok kırılmıştı.

Büyücünün evine geldiğimizde adam hazırlıklarını yapmıştı. Tam ortada bakır bir kap, 3 adet mum, birkaç çeşit kurutulmuş ot ve hayvan sakatatları vardı. Oda iğrenç kokuyordu, bütün kokular birbirine girmişti. Büyücü, Muhsin ve Bahar’a bakarak, “İstediğim malzemeleri ve altını getirdiniz mi?” diye sordu. Muhsin keseyle koyduğu bir miktar altını büyücüye uzatırken, Bahar da anne babasına ait eşyaları ve bir bezin içine koyduğu saç tellerini uzattı. Büyücü uzatılanları alırken yüzünde sinsi bir gülümseme vardı. Önce bakır kaba bir miktar su döküp mumları üçgen olacak şekilde kabın etrafına dizdi. Sonrasında eline bıçağı alarak Bahar’ın elinden birkaç damla kan alması gerektiğini söyledi. Bahar bıçağı görünce korkmuştu, “Elimi kesmesine hayatta izin vermem!” diyerek ellerini arkasına saklamıştı. Muhsin ısrar etse de oralı olmadı ve en sonunda parmağına iğne bastırılmasına razı oldu. Kaynar suya damlatılan birkaç damla kandan sonra sıra bitkilere ve hayvan sakatatlarına gelmişti. Büyücü anlamadığımız dilde bir şeyler fısıldayarak onları da koydu. Daha sonra eline aldığı kalemle deriye benzer bir şeye bazı semboller ve değişik bir dilde yazılar yazdı ve hemen sonra üçgen şeklinde katlayıp iğne iplik yardımıyla dikti. Ardından ikinci bir deri çıkartıp aynı işlemleri yaptı. Muska olduğunu düşündüğümüz şeyleri Bahar’a uzatarak, “Bunları al. Kırmızı iplikle diktiğimi evde kimsenin bulamayacağı bir yere sakla. Diğerini boynuna as ve asla çıkarma,” dedi. Bahar muskaları uzanırken elleri titriyordu, belli ki bu iş onu heyecanlandırmıştı. Muhsin sevinçle Bahar’a sarılınca büyücü öksürerek araya girdi: “Hadi bırakın şimdi sarılmayı, yakında evleneceksiniz zaten. Şimdi gidin, bir an önce dediklerimi yapın. Üç gün sonra kızı istemeye gidin,” dedi. Muhsin yerinden fırlayarak büyücünün elini öpmek için hamle yaptı ve teşekkürlerin ardından evden çıktık.

Daha evden çıkar çıkmaz Bahar’a bir haller olmuştu, hareketleri çok tuhaftı. Traktöre binene kadar arkasına bakıp durmuştu. Yol boyunca fazla konuşmadı, sevinçli gibi bir hali de yoktu. Oysaki Muhsin sevinçten yerinde duramıyordu.

Muhsin’le Bahar’ın her gün aynı saatte buluştukları dere kenarında bir yer vardı. Ertesi gün gidip bir saat beklemesine rağmen Bahar gelmemişti. Bu böyle iki gün devam etti, Bahar hala ortalıkta yoktu. Muhsin, Bahar’ın evini gözetlemeye başlamıştı ama eve giren çıkanların içinde Bahar yoktu. Ailesinden korkusuna gidip soramıyordu da.

Aradan geçen üçüncü günün sonunda artık büyünün tesir etmiştir düşüncesiyle cesaretini topladı, annesini ve beni yanına alarak Bahar’ı istemek için evinin kapısına dayandı. Kapıyı İlyas amca açmıştı. Karşısında Muhsin’i görünce sinirlenerek, “Yine mi sen lan! Ben sana bir daha gözüm görmesin demedim mi?” diye bağırdı. Muhsin’in hayal kırıklığı yüzünden anlaşılıyordu. “Bu işin içinde bir iş var,” dedi ve İlyas amcanın vurmak için havaya kaldırdığı ellerini tutarak, “Bahar? Bahar nerede?” diye sordu. Bahar’ın annesi Ayşe teyze, İlyas amcanın arkasından başını uzattı ve “Bahar’ı unut! Bahar evlendi, ondan sana yar olmaz!” dedi. Muhsin, “Ne demek evlendi? Nasıl evlenir?” diyerek olduğu yerde sendeleyerek yere çöktü. Ellerini şakaklarına dayayarak donuk bir ifadeyle boşluğa bakmaya başladı. İlyas amcayı zar zor sakinleştirip eve soktum ve Muhsin’in koluna girerek oradan uzaklaştırdım.

Eve gittiğimde eşim Fatma’dan Bahar’ın evine gitmesini ve işin aslını öğrenmesini istedim. Fatma çok samimi olmamakla birlikte Bahar’ın arkadaşı sayılırdı. Baharların evine girdikten 10 dakika sonra çıktı ve yanıma gelip, “Bahar üç gün önce eve gelip bavul hazırlamış. Akşam olduğunda ailesine karşı köyden İsmail isminde biriyle evleneceğini, artık orada yaşayacağını söylemiş. Sabah erkenden çıkıp gitmiş. İşin tuhaf yanı ise ailesi normal bir şey gibi karşılamış, ev halkının hali pek hayra alamet değildi, donup donup bakıyorlardı,” dedi.

İsmail, gittiğimiz büyücünün ismiydi! Korktuğumuz başımıza geldi demek ki. O şerefsiz büyücü büyüyü farklı şekilde yapmıştı. Musa güvenmemekle haklıydı, Muhsin boş yere günahımı almıştı. Ne yapacağımı bilemedim. Fatma’yı eve bıraktıktan sonra akıl danışmak için Musa’nın yanına gidip kapısını çaldım.

Dedem Musa Anlatıyor:

Muhsin’e olan öfkem hâlâ dinmemişti ama bir yandan da ne yaptıklarını, bu işin sonunun ne olacağını merak ediyordum. Evde oturmuş çayımı içerken kapı sert bir şekilde çalındı. Eşim mutfaktan çıkarak, “Musa, sakin! Bu kim alacaklı gibi kapımıza dayanan?” diye sordu. “Şimdi anlarız hanım, sen biraz geride dur,” diyerek kapıya yöneldim. Kapıyı açtığımda karşımda beti benzi atmış Mustafa duruyordu. “Hayırdır Mustafa, nedir bu halin?” diye sordum. Koşmuş gibi bir hali vardı. Ellerini diz kapaklarına koyarak hızlı hızlı nefes alıp verirken konuştu: “Musa, kötü bir şey oldu! Az çardağa gel de konuşalım,” dedi. “Sen geç, ben birer çay doldurup geliyorum,” dedim. Çayları doldurup dışarıya çıktım ve çardakta beklemekte olan Mustafa’nın yanına gidip oturdum. “Hayrola kardeşim, anlat bakalım,” dedim.

“Konu Muhsin kardeşim…” Muhsin lafını duyduğum anda, “Yine Muhsin! Israr etme kardeşim, ben bir daha onunla muhatap olmam,” dedim. “Yok Musa, barışın demeye gelmedim, bir dinle!” dedi. “Tamam, anlat bakalım,” diyerek pür dikkat dinlemeye başladım.

Mustafa anlattı: “Sen haklı çıktın. Bahar, büyücüyle evleneceğim diyerek evden gitmiş. Benim anladığıma göre büyücü Bahar’a göz koymuş, yaptığı büyüyle onu kendine aşık etmiş. Muhtemelen eve saklamasını söylediği büyü de ailesini etkilemiş olacak ki hiçbir tepki vermeden evden gitmesine göz yummuşlar. Muhsin bunu öğrendi, en son dağılmış haldeydi. Kim bilir ne haldedir? Küslük zamanı değil, böyle zamanda sana arkadaşının yanında durmak yakışır. Hadi gidelim, Muhsin’i yalnız bırakmayalım kardeşim,” dedi.

Mustafa doğru söylemişti, dost kara günde belli olurdu. Muhsin’in ne kadar üzülmüş olacağını düşündüm ve içimdeki buzlar erimişti. Hızla Muhsin’in evine gittik. Kapıyı Muhsin’in annesi açmıştı. “Selamün Aleyküm Hacer teyze, Muhsin’e bakmıştık,” dedim. Hacer teyze endişeli görünüyordu. “Muhsin evde yok oğlum. Kız istemeye gittiğimizde Bahar evlendi dediler. Mustafa da yanımızdaydı, anlatmıştır. Muhsin’i ben eve getirdikten sonra bir şey söylemeden gitti. Kim bilir nerededir? Kötü bir şey yapmasından korkuyorum,” dedi. “Hacer teyze sen merak etme, biz şimdi onu bulur, yalnız bırakmayız,” dedim ve Mustafa’yı kolundan çekerek oradan uzaklaştım. Muhsin’in büyücünün evine gitmiş olma ihtimalini düşünmek istemiyorduk. Önce gidebileceği birkaç yere baktık ama yoktu. Mustafa’ya dönerek, “Mustafa, sizin traktörü alalım, büyücünün evine gidiyoruz,” dedim. Yarım saatlik yolun ardından büyücünün evine varmıştık.

Muhsin Anlatıyor:

Biricik sevdiğim, çocukluk aşkım bunu bana nasıl yapardı? Musa bu adama güvenmemekte haklıydı, nasıl da göremedim ben bunu? Annemi eve bıraktıktan sonra atıma atlayıp dörtnala büyücünün köyüne koşturdum. En kestirme olsun diye atımı ormanlık alana sürdüm. Orman her zamankinden daha sessizdi, ürkütücüydü hatta. Atım ormana gireceğimiz ilk anda huzursuzlanmış, gitmemek için direnmişti. Henüz on beş dakika yol kat etmiştim ki ani bastıran bir sisle göz gözü görmez oldu. Gitmem gereken yönü kestiremiyordum. Daha sonra arkamdan bir ses geldi: “Muhsin!” Atımdan inip sesin geldiği yöne yürümeye başladım. Bu sefer tam tersi istikametten seslendi: “Muhsin, buradayım!” Bahar’ın sesiydi ama yoğun sis yüzünden bir türlü kendisini göremiyordum. Ses bu sefer sol tarafımdan geldi fakat bu ses kalın, ürkütücü bir sesti: “Muhsin! Neden gelmiyorsun?” Atım bu sesi duyduğunda nereye gittiğini görmeden dörtnala koşturmaya başladı. Duyduğum sesin şokuyla olduğum yerde hızla dönüp dururken endişeyle sordum: “Kimsin sen?”

Nazilerden bir çıtırtı sesi geldi. Kalbim yerinden çıkacak gibi atıyordu. Sesin geldiği yöne pür dikkat bakmaya başladım. Öyle hızlı nefes alıp veriyordum ki çıkardığım nefes sesinden başka sese odaklanamıyordum. Sonra birden ensemde soğuk bir nefes hissettim. Arkamı dönmeye cesaretim yoktu. Nefesin yanında köpek hırlamasına benzeyen bir ses de gelmeye başladı. İçimdeki ses olanca gücümle koşmam gerektiğini söylüyordu. Arkama bakmadan koşmaya başladım. Sisli ormanda nereye gittiğimi bilmeden can havliyle koşmak… Sık ağaçlar arasında dikenli çalıların vücudumu yırtmasına aldırış etmeden koşarken kafamın içinde aynı ses yankılanıyordu: “Benden kaçamazsın! Benden kaçamazsın!” Arkama bakarak kaçarken ayağım tökezledi ve yere düştüm. Önümdeki yokuşu fark ettiğimde artık çok geçti. Taklalar atarak düşüyordum. Her taklada ya boynum ya kolum ya bacağım zedeleniyor, çığlık çığlığa kalıyordum. Sonra bir ağaca sırtımı ve başımı vurarak durdum. Birkaç saniye sonra gözlerim kapandı.

O ağaca dayalı olarak ne kadar kaldığımı bilmiyorum, bayılmıştım. Kendime geldiğimde sis dağılmış, başıma bir yerden su damlıyordu. Baş ağrısıyla kendime gelmeye çalışırken üzerimdeki kıyafetlerin kan içinde olduğunu gördüm ve sıçrayarak ayağa kalktım. Bu kadar kan olduğuna göre büyük bir yara almış olmam gerekirdi. Vücudumu kontrol ettiğimde her yerimde çeşitli kesikler vardı fakat bunlardan bu kadar kan akması imkansızdı. Sonra yine o ses kafamın içinde yankılandı: “Yukarı bak!” Titreyerek başımı yukarı kaldırdım. Karşılaştığım manzara iğrençti! Benim atım da bu! Vücudu parçalanmış bir şekilde ağacın dallarına asılmıştı! Az önce üzerime damlayan şey su değil, atımın kesik başından sızan kanmış! Başka bir dala bağırsakları bir sarmaşık gibi dolanmıştı! Bu nasıl bir vahşetti böyle! O sırada kafamdaki ses konuşmaya devam etti: “Senin sonun da onun gibi olacak! Kaçamayacaksın! Kurtulamayacaksın!”

Tekrar can havliyle koşmaya başladım. Bacağımdaki dayanılmaz acı yüzünden topallayarak koşuyordum. Kafamı hangi yöne çevirsem onu görüyordum! Üzerinde beyaz ama kirli, uzun bir elbise vardı. Saçları neredeyse yere değecek kadar uzun, gözleri tamamen beyaz ve tırnakları… Bu tırnaklar adeta vahşi bir hayvan pençesi gibiydi! Yüzü Bahar’ın yüzüydü ama bakmaya kıyamadığım o yüzle alakası yoktu! Kafamı sola çeviriyorum, yokuşun üstünde kollarını iki yana açmış bana bakıyor. Sağa çeviriyorum, ilerideki ağaca yaslanmış. Arkama bakıyorum, geride bıraktığım çalılıkların arkasında… Ben onu görmemek için başımı öne eğerek koşmaya devam ettim. Bir süre sonra ağaçların seyreldiğini fark edip başımı kaldırdım. Gitmek için yola çıktığım köy tam karşımda duruyordu!

Köye girdiğimde beni gören ahali tuhaf bakışları eşliğinde büyücünün evine kadar yürüdüm. Evin çevresinde kimseler yoktu. Bahçe kapısını açıp yavaş adımlarla eve doğru yöneldim. Evin kapısı hafif aralıktı. Kapıyı ittiğimde gıcırdama eşliğinde yavaşça açıldı. Koridor L şeklinde olduğu için içeriyi tam olarak göremiyordum fakat duvara yansıyan gölgeler evde birilerinin olduğunu net şekilde gösteriyordu. İçeriye doğru seslendim: “Bahar! Ben geldim, Muhsin!” Cevap yoktu. “Bahar! Orada mısın?” O sırada içeriden bir tıkırtı geldi. Hızla içeri dalıp tıkırtının geldiği soldaki ilk odaya girdim. Odada kimse yoktu. Eşya olarak sadece eski bir divan vardı. Divanın üstüne örtülen örtünün desteklerin arasından sarktığını fark ettim. Hızla yere eğilip örtüyü kaldırdım, divan altı boştu. O sırada odanın kapısı sert bir şekilde kapandı! Arkama baktığımda o büyücü başımda dikiliyordu! Anlamadığım bir dilde konuşmaya başladı. Hızla kalktım ve boğuşmaya başladık. Büyücü zayıf, çelimsiz, kısa boylu biri olmasına rağmen beklediğimden daha güçlü çıkmıştı, neredeyse tek eliyle durduruyordu beni. Bir şekilde kollarının altından sarılıp ayağımı ayaklarına doladım ve var gücümle iterek yere düşürdüm. Üzerine çıkıp belimdeki kılıfında duran bıçağımı çıkardım. Olanca gücümle kalbine doğru indirdim! Tam o sırada büyücü bir duman haline gelip kayboldu! Bıçak ahşap zemine saplanmış sallanıyordu! Bu nasıl olur? Daha az önce kanlı canlı buradaydı! Allah’ım, kafayı yiyorum ben!

Kapı hızlı bir şekilde açılıp duvara vurdu. Yan odadan gelen ağlama sesiyle odadan çıkıp yan odaya koştum. Bahar’dı! Sandalyeye çıkmış, tavanındaki demire bağladığı ipi boynuna geçiriyordu! “Dur Bahar!” deyip yanına gidene kadar sandalyeyi devirmişti bile! Hemen bacaklarına sarılıp nefes alması için yukarıya kaldırdım. Hem ağlıyor hem de “Beni böyle bırakamazsın!” diyerek sitem ediyordu. Bir ara Bahar’ın yüzüne bakmak için kafamı kaldırdım. Bahar şeytani bir ifadeyle gülümsüyordu! İrkilerek geri çekildim ve sırtımı odanın köşesine dayayarak yere çöktüm. Boynunda asılı duran varlığın saçları ve tırnakları uzamaya, üzerindeki elbise kirlenmeye ve gözleri beyazlamaya başladı! En sonunda ormanda gördüğüm o varlık karşımdaydı! İki eliyle ipi tutup kendini yukarıya çekti. İpi boynundan çıkartıp yere atladı. Sanki insanüstü bir gücü vardı. Vahşi bir hayvan gibi hırıltılar çıkararak yavaş yavaş üzerime doğru yürürken iğrenç bir ses tonuyla konuşmaya başladı: “Neyi fark ettim biliyor musun? Sen beni gerçekten çok sevmişsin. Ama ben seni hiç sevmedim!” Sözü bittiği anda odadaki büyücü olduğu gibi siyah bir duman halini aldı. Duman ağzımdan ve burnumdan içeriye girmeye başladı. Gözlerim karardı…

Dedem Musa Anlatıyor:

Traktörü büyücünün kapısında durdurup aşağı indik. Ortalık gereğinden fazla sessizdi. Uzaktan gördüğümüz kadarıyla evin kapısı açıktı. Mustafa’ya dönerek, “Muhsin kötü bir şey yapmamıştır inşallah,” dedim. Mustafa konuşmadan kafasını sağa sola salladı. Hızlıca evin önüne gittik. İçeriden ağlama benzeri bir ses geliyordu. Mustafa seslendi: “Muhsin kardeşim, içeride misin?” Cevap gelmemişti. Yavaşça kapıyı açıp dikkatli adımlarla içeriye daldık. İçeriden gelen ses tane tane duyuluyordu ve sürekli aynı şeyi tekrarlıyordu: “Gelme… Gelme… Ben sevmedim… Ben sevmedim…” Muhsin’in sesiydi! Mustafa’ya diğer odaları kontrol etmesini söyleyerek hızla sesin geldiği odaya yöneldim.

Gördüğüm manzara dehşetti! Muhsin üstü başı yırtılmış, kan ve çamur içindeydi. Odanın köşesinde ellerini başına dayamış, sallanarak “Gelme… Ben sevmedim…” diyordu. Ne yaşamıştı bu adam böyle? Bahar ve büyücü neredeydi? Yanına eğilip, “Muhsin kardeşim, iyi misin?” diye sordum. Hiçbir tepki vermiyor, aynı şeyleri tekrarlayarak sallanıyordu. Arkama baktığımda Mustafa’nın donakalmış olduğunu gördüm. “Hadi Mustafa, öyle durma! Koluna gir, traktöre kadar götürelim,” dedim. Muhsin’in kollarına girip traktöre bindirdik ve soluğu köyde aldık.

Sedat Anlatıyor:

Dedemin söylediğine göre Muhsin o günden sonra bir daha hiç eskisi gibi olmamış. Doktorlara götürmüşler, yıllarca akıl hastanesinde yatmış. Bu süre zarfında dedem Musa ve arkadaşı Mustafa o köyde araştırma yapmış. Köyden iki kişi olaydan bir gün önce büyücü ve Bahar’ı ellerinde bavulla giderken görmüş. Büyücünün akrabasıyla da konuşmuşlar fakat onları bir daha gören olmamış.

Muhsin zaman içinde kendini toparlamış ve yaşadıklarını dedemlere anlatmış. O olaydan sonra hiç evlenmemiş. Annesi ölünce bir başına kalmış, kimi kimsesi de yokmuş. Şu an hala hayatta, bir huzur evinde yaşamını sürdürmekte.

Views: 7

İlginizi Çekebilir:Cinli Gömü | Korku Hikayesi
share Paylaş facebook pinterest whatsapp x print

Benzer İçerikler

The Jinn's Gold | True Horror Story
Cinlerin Altını | Gerçek Korku Hikayesi
The Possessing Amulet | A True Horror Story
Musallat Muskası | Gerçek Korku Hikayesi
What We Experienced in Bursa's Djinn Village | True Horror Story
Bursa’nın Cinli Köyünde Yaşadıklarımız | Gerçek Korku Hikayesi
The Jinn Bride | True Horror Story
Cin Gelin | Gerçek Korku Hikayesi
The Curse of Çökelek Village | A True Horror Story
Çökelek Köyünün Laneti | Gerçek Korku Hikayesi
The Haunting That Came with EVP | A True Horror Story
EVP ile Gelen Musallat | Gerçek Korku Hikayesi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Paranormal Dergi | © 2025 |