Define İfriti | Gerçek Korku Hikayesi

Gerçek Korku Hikayesi | Genç yaşta ustası tarafından karanlık bir oyuna çekilen Serhat, lanetli bir define ve ifritlerle yapılan anlaşmanın kurbanı olur. Yaşadığı korkunç olaylar, kabir azabı ve kurtuluş arayışını anlatıyor.

Şimdi anlatacaklarımı eminim hayatınız boyunca unutmayacaksınız. Unutsanız bile ara sıra aklınıza gelecek, günah işlemekten çekineceksiniz. Belki de günah işleyeceğiniz zaman sizi durduracak anlatacaklarım. Ben sizin işleyeceği bir günahı engelleyip sevaba gireceğim. İçimde yanan cehennem ateşine bir damla su olacak bu sevaplar. Belki de birazdan yazdıklarımı tamamlayamadan öleceğim. Çünkü ben artık onların oyuncağı oldum, onlar ne derse onu yapmak zorundayım. Tamam, param var, istediğim, çok küçükken hayalini kurduğum her şeye sahibim ama giden gençliğim oldu, giden ailem oldu, arkadaşlarım oldu, giden hayatım oldu.

Siz hiç kabir azabı nasıl bir his diye merak ettiniz mi? Buz gibi toprağın altında, incecik kefenin içinde yaşayacaklarınızı düşündünüz mü? Ben her gece çekiyorum o azabı. Tövbe ediyorum. En iyisi, en ehli denilen kişiler bile bana koruyucu dua vermekten başka bir şey yapamadılar. Ne yaptım, nasıl yaptım size hepsini tek tek anlatacağım. Sanmayın ki şimdi mutluyum. Sadece her sabah evden çıkarken maskemi takıp çıkıyorum, sırf insanlar beni dertli görüp yardım etmek istemesinler diye hepsinden uzak duruyorum. Hani derler ya, “Ne hasta bekler sabahı, ne taze ölüyü mezar.” Hastayım, sabahı bekliyorum ama ölü değilim. Her gece mezar bekliyor beni.

Çok uzatmadan anlatmaya başlıyorum. Ben küçükken okula bile gidemeyecek durumdaydım. Ailem maddi imkansızlıklarla boğuşuyor, bense küçücük bedenimle bir şeylerin ucundan tutmaya çalışıyordum. Minicik ellerime hiç yakışmıyordu o takım taklavatı. Köydeki tamircinin yanına vermişti babam beni. O zamandan belliydi büyüyünce başarılı birisi olacağım. Gözlerimdeki ışığı görebiliyordu ustam ama annem hiç yakıştıramıyordu. Ona da hak veriyordum. Biricik evladı okuyacağı, dışarıda arkadaşlarıyla top oynayacağı yaşlarda bir tamirci çırağı olarak geçiriyordu günlerini. Olsun, hiç gocunmadım yaptıklarımdan. O yaşta bile eve bir lokma ekmek götürebilmenin gururuyla yaşadım hep.

Yaşım 14’e geldiğinde çok kötü bir sabaha uyandım. Annem babamı sabah namazına uyandırmak için odasına gidiyor ama babam uyanmıyor. Büyük bir çığlık koptu evin içinde. Anladım, yaşım yetiyordu artık, erkenden olgunlaşmıştım. Korktum bir şey oldu diye. Minderi sert yatağımdan fırlayıp o odaya gittim. Annem babamın başucunda diz çökmüş, yarınları yokmuş gibi ağlıyordu. Babamın sararmış suratına baktım bir süre. Zaten sesi duyan komşular da kapıya dayanmıştı. Gidip kapıyı açtım. Gelen herkesi büyük olgunlukla içeri aldım ama ustamı görünce dayanamayıp ağlamaya başladım. Çünkü o da babam gibiydi benim, hatta babamla yapamadıklarımı, konuşamadıklarımı ona anlatırdım. Tamam, bazen babama haksızlık yapıyormuşum gibi hissederdim ama olsun, o bugün benim yanımda ya, başka bir şey istemem. Sarıldık ustamla. Gidip babamı gördü, çok geçmeden geri geldi. Yaşlı gözleriyle yere oturmuş bekliyordum. Usulca yanıma oturdu, nasırlı elleriyle gözyaşlarımı sildi. “Üzülme Serhat, ben daha ölmedim,” dedi. Bu söz beni kendime getirdi desem de inanmayın. Babamın acısını aylarca atamadım üstümden. Ustam, yani Salih abi, her konuda yardımcı oldu bize, desteğini hiç esirgemedi.

Yaklaşık dört sene geçti, 18 yaşıma girmek üzereydim. Hala köydeydim ve işi iyice öğrenmiştim. Doğum günümdü. Yine babamın anılarıyla geçen bir akşamda, pastalarla, böreklerle, çöreklerle, birbirinden güzel hediyelerle geçen bir akşam yaşadım. Yalnız o akşam herkes gidip kendimle baş başa kalmış şekilde yatağıma girince garip bir an yaşadım. Normalde uyku sorunu çekmezdim. Ustam da diğer gün işe gelme, tatil yap demişti. Fakat gece boyunca uyuyamadım. Biraz hava almak için bir dal sigara aldım ve evden çıktım. Karanlığı izleyip sessizliği dinlerken karşımdaki tepenin üstünde bir hareketlilik gördüm. Sanki birileri ışık tutuyor, kısık sesle muhabbet ediyordu. Merak ettim, yavaşça tepeyi tırmanmaya başladım. Tırmandıkça sesler ve ışıklar daha da uzaklaşmaya başladı. Bu hareketliliği ilk gördüğüm yere kadar gelmiştim ama hiçbir şeyi görememiştim. Sigaramdan son dumanları alıp ayağımın dibine bıraktım. Tam geri döneceğim esnada daha net bir ses duydum. Salih ustanın sesiydi bu. Hatta onu görebiliyordum bile. Etrafında birkaç kişi daha vardı. Ortalarında da bir ateş etrafı ışıtıyordu. Yanlarına yaklaştım, birkaç defa seslendim ama duymadı. Arkasına kadar geldim. Ateşin içinde bir şey pişiyordu. Salih ustanın arkasından dokununca aniden bana döndü. Gerçekten de oydu. “Gel Serhat, otur,” dedi ve yanına oturttu. Yanındaki kişileri ilk defa görüyordum. Hepsinin gözlerindeki ışığı görebiliyordum. Büyük bir beyazlığın içine ateşin kırmızılığı vuruyordu sanki, onların gözlerinde yanıyordu ateş. Uzun uzun baktılar gözlerime, sonra aynı anda ateşe döndüler ve sanki sinir hücreleri yokmuş gibi ellerini ateşin içine tutmaya başladılar. Salih ustaya, “Bunlar kim abi? Ne yapıyorlar? Canları hiç acımıyor mu?” diye sordum. “Onların canı acımaz,” dedi Salih usta. Ardından hemen yanındaki adama dönüp bir şeyler söyledi. Kendi aralarında gülerken aniden yağmur başladı. Kısa sürede sağanağa dönen yağmur çok gariptir ki ateşi söndürmüyordu.

O sırada annemin sesini duydum. “Serhat! Oğlum! Neredesin? Bu saatte burada beni çok merak ettirdin, çabuk yanıma gel!” dedi. “Salih abimle oturuyoruz anne,” dedim. Ateşe doğru tekrar dönünce ne ateş gördüm, ne adamları gördüm, ne de Salih abiyi gördüm. Hiçbiri yoktu. Sadece ateşin yandığı yerde kül olmuş bir kedi cesedi vardı. Annem kolumdan tutup beni kaldırdı. “Şu haline bak, sırılsıklam olmuşsun, çabuk eve!” dedi. O an anneme açıklama yapma zorunluluğu hissettim ama açıklamasını kendime bile yapamayacak durumdaydım. Dakikalardır birlikte oturduğum insanlar saniyesinde yok olmuşlardı. Ateşin yandığı kesindi çünkü yerde yanmış bir beden vardı. Yerdeki kediyi gördü annem. “Oğlum sen ne yaptın? Karıncayı bile öldürmeme izin vermeyen sen şimdi canlı canlı bir hayvanı mı yaktın?” dedi. “Anne ben yapmadım, yemin ederim,” gibi cümleler söylesem de inandıramadım. Hızlı adımlarla sırılsıklam bir şekilde eve geldik. Hemen üstümü değiştirdim. Saçımı kurularken annem odasına geçti. İyice kurulandıktan sonra özür dilemek için annemin odasına gittim. Kapısı kapalıydı. Yavaşça açınca yatağında uyuduğunu gördüm. Birkaç kez seslendim, “Anne?” diye. Cevap alamayınca yanına gittim. Bu defa kolundan dürttüm. Annem büyük bir korkuyla uyandı. Telaşla, “Ne oldu oğlum?” dedi. “Anne daha yeni geçtin odana, ne çabuk uyudun?” dedim. Annem saate baktı, tekrar bana dönüp, “Oğlum erkenden yattık ya bugün,” dedi. “Ben yapmadım anne, o kediyi ben yakmadım,” dedim. Annemin bakışları daha da şaşkınlaştı. “Ne kedisi Serhat? Rüya mı gördün? Git yat, sabah konuşuruz,” dedi.

Odadan çıktım. Kendi odama girerken dışarıdan kedi sesi geldi. Odamın penceresinden bakınca büyük bir köpeğin, aynı oradaki yanan kedi gibi küçük bir kediyi parçaladığını gördüm. Camı açıp çeşitli seslerle kovmaya çalışsam da köpeğe söz geçiremedim. Parçaladığı kediyi ağzına aldı ve o tepeye doğru koşmaya başladı. Camı kapatıp arkamı dönünce annemle göz göze geldim. Çok korkmuştum, yerimden zıpladım karşımda aniden annemi görünce. Gözlerinde ateş yanıyordu sanki. “Anne?” dedim korkuyla. Cevap vermedi. Yanından yavaşça sıyrıldım ama kenetlenmiş gözleriyle beni takip etmeye devam etti. Yatağıma geçtim, sırtımı duvara verip oturdum ve yorganı başıma kadar çektim. Bir yandan dua ediyor, bir yandan neler olduğunu anlamaya çalışıyordum. Sonra yorganın dışından kulağıma, “Neden yaktın o kediyi? Neden öldürdün oğlum?” diye fısıldadı annem. Yorganın içinden ürkek sesimle, “Ben öldürmedim anne, ben yakmadım,” dedim. O sırada beynimdeki uğultu yavaş yavaş azalmaya başladı. Her şey normale dönmüş gibi gözüküyordu. Başımı yorgandan yavaşça çıkarttım. Annem yoktu, kapı da kapalıydı. Bir süre sessizce yatağımda bekledim. İçimden bildiğim duaları okumaya çalıştım.

Daha sonra holünden gelen lavabo seslerini duydum. Kapıyı yavaşça araladım. Annem lavaboya kalkmıştı. Onun çıkmasını bekledim, bekledim ama çıkmadı. O kısa sürede bir sürü duygu değişimi yaşadım. Sonunda annem çıktı. Uyku sersemi halde odasına dönerken kapımın aralığından beni gördü. “Serhat uyumadın mı?” dedi ve içeri girdi. Cevap vermedim. “Niye uyumadın oğlum bu saate kadar?” dedi. “Sen uyudun mu sanki anne?” dedim. Bu soruyla birlikte yaşadıklarımın gerçek olup olmadığını anlayabilecektim. “Çok uyuyamadım aslında. İçimde bir sıkıntı var gibi hissediyorum oğlum ama ara sıra uyanıp yanına, sana bakmaya geldim. Sen maşallah mışıl mışıl uyuyordun. Üstünü örttüm, yanağına bir öpücük kondurdum, biraz başını okşadım. Uyurken gözlerini hareket ettiriyordu, rüya görüyor galiba deyip odandan çıktım. Şimdi niye uyandın?” dedi. Bu demek oluyor ki yaşadıklarımın hiçbiri gerçek değil, hepsi bir rüyaydı. Ben ne oraya gittim, ne dışarıdaki münakaşaya müdahale ettim, ne de odasına gidip annemi uyandırdım. “Sadece kötü bir rüya gördüm anne, o yüzden uyandım,” dedim. “Tamam oğlum, Allah rahatlık versin,” dedi ve odadan çıktı.

Başımı yastığa koyup düşünmeye başladım. Sadece uyumak istiyordum çünkü kendimi çok yorgun hissediyordum. Duaları sırasıyla tekrarlayarak biraz zor da olsa uyudum. Sabah uyanınca hala gece yaşadıklarımın etkisindeydim. Normalde işe gitmeyecektim ama Salih ustayla da konuşamadığım için içim rahat etmeyecekti. Kahvaltımı yapıp evden çıktım. Dükkana girdiğimde bir aletle uğraşıyordu. Selam verip yanına oturdum. Beni görünce bir garip oldu, bakışları falan değişti. Elindeki aleti bırakıp bana döndü. “Hayırdır Serhat? Sana izin vermiştim ben bugün,” dedi. “Usta, gece uyuyamadım, evde de canım sıkıldığı için geldim,’ dedim. Biraz sessizlik oldu. “Ya Serhat, gece bir rüya gördüm ama rüya mıydı gerçek miydi anlamadım. Yani ölü kediler, köpekler, değişik tipli adamlar falan vardı evde. Rüyanın içinde rüya görmüşüm. Şu an bile hala uyanık mıyım yoksa hala rüyanın içinde miyim bilmiyorum,” dedi. “Usta biraz anlatsana, merak ettim,” deyince benim gördüklerimin tıpatıp aynısını anlattı. Gözlerim açık şekilde dinlerken, “İyi misin?” diye dürtüp kendime getirdi beni. “İyiyim usta, iyiyim de gece senin anlattıklarının aynısını ben de gördüm. Annem de vardı ama annem her şeyden habersiz şu an,” dedim. Salih usta biraz duraksadı, derin düşüncelere daldı. “Belki denk gelmiştir, biz işimize bakalım,” dedi. Akşama kadar yardım ettim ama artık kafam çok karışmıştı. Akşam olup dükkandan çıkarken, “Ben biraz daha kalacağım, sen git yarın görüşürüz,” dedi.

Dükkandan çıktım. Birkaç adım atmışken içeriden ustamın bağırış seslerini duydum. Tekrar koşarak içeri girince arka tarafta atölye olarak kullandığımız yerden geldiğini anladım. Direkt sürgülü kapısını açıp içeri daldım. İçerisi yanıyordu! Gece dışarıda gördüğüm kedilerden onlarca vardı. O kediyi parçalayan köpek de oradaydı. Serhat! Usta da köşeye geçmiş, elleriyle gözlerini kapatmış öylece bekliyordu. Onu oradan kaldırıp çıkacakken alevler aniden büyüdü. Alevlerin içinde bir şey belirdi, böyle sanki büyük, upuzun bir yılan gibiydi. Dili bile benim elim kadardı. Salih usta ellerini gözlerinden çekmiş, alevin içindeki şeye kitlenmişti. Kediler sanki bir insan gibi konuşmaya başladılar. Köpek de ateşin önünde başı eğik bir şekilde bekliyordu. Başının üstündeki tüyleri yanıyordu ama hiç tepki vermiyordu. O sırada arkamdan birinin sertçe çekmesiyle kendime geldim. Beni resmen sürükleyerek dükkandan çıkardı. Ardından ustamı da çıkardılar. İçeride büyük bir alev ve ölmeyi bekleyen hayvanlar vardı. Köylüler kendi çabalarıyla söndürmeye çalıştılar ama çok sürmeden senelerin dükkanı, çocukluğumla birlikte kül oldu.

Salih usta kenarda ağlıyordu. Adamın ekmek teknesi yanmıştı ve elinden bir şey gelmemişti. Yangın söndükten sonra sağlam kalan bir şeyler var mı diye içeride gezdi köylüler. Her tahtanın altından ölü kedi bedenleri çıktı. Aslında herkes onları bilerek yaktığımızı düşündü ama kimse biz bu durumdayken o ithamda bulunmaya cesaret edemedi. Üstümüz başımız simsiyah is ve duman lekesi olmuştu. Her çıkan kedi bedeninde daha da korkuyordum. O olaydan sonra annemle eve gittik. Banyoda temizlenirken hala o kedilerin çıkardığı insanımsı sesler kulağımda yankılanıyordu. Gözlerimi her kapattığımda o alevlerin içindeki suret gözlerimin önüne geliyor, açtığımda ise o kedi sesleri kulaklarımı çınlatıyordu.

O gece yine sabaha kadar uyuyamadım. Annem de benimle birlikte yattı. Annemin verdiği huzurla uyumuşum ama kapının çalmasıyla yine aniden uyandım. Kapıda Salih usta vardı, yanında da başka bir adam. “Serhat, gece gece rahatsız ediyorum ama ben hiç iyi değilim. O sesler, o görüntü gözlerimin önünden hiç gitmiyor. Beni senden başka anlayan kimse yok. Bu benim yakın bir arkadaşımın abisi, bize yardım edebileceğini söyledi. Bizi bu durumdan o kurtaracak,” dedi. Ben uyku sersemliğiyle dediklerini idrak etmeye çalışırken arkamdan annem geldi. Salih ustanın gözlerindeki çaresizliği gören annem bana dönüp, “Hayırdır oğlum, bu saatte ne işleri var?” dedi. Anneme kısaca yaşananları anlattım. “Anne gitmem gerekiyor, lütfen izin ver,” dedim. Annem, “Gitme oğlum, ben yarın bakarım çaresine,” falan dese de gönülsüz bir şekilde gönderdi beni. “Sen uyu, ben gelince girerim eve,” dedim. “Tamam oğlum, Allah’a emanet ol. Hadi hayırlı haberlerle gel,” deyip kapısını kapattı.

Salih usta tedirginlik içinde dururken yanındaki adam gayet kendinden emin bir şekilde gözüküyordu. Arabaya bindik. Önce Salih usta evden birkaç parça şey aldı. O sırada adamla biz baş başa kaldık. Çekiniyordum adamla konuşmaktan, sert bir mizacı vardı. Çok sürmeden ustam geldi. Gecenin bir saatinde uzun bir yolculuk yaptık. Başka bir köye gelmiştik. Tahmin ettiğim gibi adamın evinin önünde durduk. Yalnız evi köy meydanından bir hayli uzaktı, ıssız bir yerde tek başına kalıyordu. Kapısında bekleyen köpekle göz göze geldik. Adam ilk kez orada konuştu: “Çok temas kurma, tersi pistir,” dedi. Şaka mı gerçek mi anlamadım ama dediğini yaptım. Yanından geçip içeri girdik. Evin içi tertemizdi. Böyle yeni eşyalar, son model televizyon, rahat çekyatlar falan derken bayağı dikkatimi çekmişti. Çekyatın birine oturdum, yatağımdan daha rahattı. Adam odadan çıktı. Salih usta, “İyi olacağız Serhat, merak etme,” dedi. Hafifçe başımı sallayıp, “İnşallah abi, inşallah,” dedim. Adam da elinde iki bardakla tekrar odaya girdi. İlk ustam içti, sonra ben içtim. Böyle kolonya gibi bir tadı vardı. Zaten içer içmez bir rahatlama hissettim.

Bu arada yazmaya burada ara vereceğim. Boynumda soğuk bir nefes hissettim. Ellerimi kullanmakta zorlanıyorum şu an. Bilgisayarımın ekranı da kendiliğinden açılıp kapanıyor. Bu hissiyatın sonunu biliyorum, o yüzden bırakıyorum.

Evet, üç gün sonra şimdi tekrar oturdum bilgisayarımın başına. Koruma dualarımı okudum, yapabildiğim kadarıyla namaz kıldım. Kendimi daha iyi hissediyorum. Aynı şeyleri yaşamamak için hızlıca yazmaya devam ediyorum.

Bardağı içince rahatladım. Beynimdeki tüm endişeler ve sıkıntılar silinmiş gibi hissettim. Ama bu rahatlık çok sürmedi. Ani bir mide bulantısıyla kendimi tuvalete zor attım. İstifra edip rahatladıktan sonra çıktım ve tekrar odaya gittim. Salih usta hala oturuyordu. Aynı çekyata oturup ne olacağını beklerken bu sefer de boğazıma gıcık yapıştı. Öksürmekten bir hal oldum. Adam bir peçete verdi. Peçeteyle kapattım ağzımı öksürürken. Rahatlayıp peçeteyi kaldırdığımda kana bulandığını gördüm. Adam elimden aldı ve siyah bir poşete koydu peçeteyi. “Ben bunları çöpe atarım,” dedi. Ustama da aynısı oldu. Onun da peçetesini aldıktan sonra bizi üçgen şeklinde yere oturttu. Bir şeyler okuduktan sonra okuduklarının aynısının yazılı olduğu kağıtları verdi elimize. Üçümüz aynı anda okumaya başladık. Okudukça ustamın yüzünün değiştiğini görüyordum. Gözlerimin önünde burnu uzuyor, kulakları büyüyor, gözleri yerinden çıkıyordu. Gözlerimi ondan kaçırdım. Birden arkamdan annem seslendi. O anki korkumu anlatamam çünkü çok alakasızdı annemin gelmesi. Arkamı döneceğim anda adam sertçe kolumdan tutup, “Sakın, sakın arkanı dönme!” dedi. “Artık okumak istemiyorum, çok korkuyorum,” dedim. “Son 7 kere daha oku, sonra bitecek,” dedi. Annem hala arkamdaydı ve “Yapma oğlum, okuma! Bırak onu, çık bu evden!” diye yalvarıyordu sanki. Adam da duyuyormuş gibi, “Dinleme onu, o annen değil,” dedi. Derin bir nefes alıp son yedi kere daha okuduktan sonra Salih ustamın şekli tamamen değişti. Dükkanda ateşin içinde gözüken varlığın aynısı oldu. Başı kara bir yılana dönüştü. Bakmak istemiyordum ama gözlerimi ondan alamıyordum. Adam başka bir şey okumaya başladı. Bu sefer annemin acılı sesi yerini pis kahkahalara bıraktı. Odanın içinde aynı konuşan kedi sesleri, ayak sesleri, duvarların içinden gelen tıkırtılar derken gözlerim karardı.

Kendime geldiğimde yerde yatıyordum. O adam hala başımdaydı ve hala bir şeyler okuyor, elindeki bardaktan suratıma su sıçratıyordu. Gözlerimi açıp yerden kalktım. Salih usta yanımda baygın şekilde yatıyordu. Yerde tavandan dökülen sıva parçaları vardı. Odanın duvarları da çatlamıştı. Adam Salih ustayı kendine getirdi ama o benim gibi sakin kalamadı. Elleriyle gözlerini kapattı ve bağırarak odanın içinde koşturmaya başladı. Adam bu sefer ses tonunu biraz daha yükseltti, Salih ustayı duvarın köşesine sıkıştırdı ve bardağı başından aşağı döktü. Orada tekrar kendine geldi ustam. Tedirgin gözlerle etrafa baktı. “Ne oldu bana?” diye bağırmaya başladı. Beni görünce yanıma geldi. Beni görünce resmen kendi derdini unuttu. Adam benimle ilgilenmeye başladı. Hala ne olduğunu anlayamıyordum. Biraz sonra iyice kendimize geldik. Adam da daha cana yakın konuşmaya başladı ama onun da gözlerindeki korkuyu anlayabiliyordum. Evi darmadağın olmuştu. Salih usta, “Abi şimdi ne yapacağız? Nasıl kurtulacağız?” diye sordu. “Kurtulacaksınız, merak etmeyin ama bu kolay olmayacak. Öğrendim ki birisinin yaptığı bir kara büyünün etkisindesiniz. Benim gücüm tek başıma yetmedi, o yüzden yardım almamız gerekiyor. Ama bu iş sana düşüyor genç adam,” dedi. Bir değişik oldum. “Ben ne yapabilirim ki?” dedim. “En yakınının mezarından bir parça ölü toprağı getireceksin,” dedi. Aklıma direkt babam geldi. “Hadi sabah ezanı okunmadan gidip alalım,” dedi. Yapmak istemedim. “Ölü toprağının bu işle ne alakası var?” dedim. “Bak çocuk, eğer böyle davranırsan kurtulamazsın. O yüzden dediklerimi yap,” dedi.

Aceleyle evden çıkıp köye döndük. Mezarlığın önünde durunca bana bir kavanoz verdi ve babamın mezarına doğru yürümeye başladım. Mezara yaklaştıkça iğrenç bir koku burnuma geliyordu. Mezarın dibine geldim. Babamın toprağı semsert olmuştu. Bir avuç toprak alırken bile zorlanıyordum, kalıp gibi kesilmişti sanki. Elimi derinlere attıkça bir yumuşaklık hissettim. Parmaklarımı çıkarınca parmağımda onlarca akrebin olduğunu gördüm. Elimi savurarak hepsini yana fırlattım ama hepsi toplu halde tekrar babamın mezarının içine girdiler. O sırada mezarın altından büyük bir feryat koptu. Acı içinde ağlayarak, “Yardım edin! Kurtarın beni!” diye yalvarıyordu babam. Başımı toprağa koydum, gerçekten de babamın sesiydi. “Allah’ım, babam azap mı çekiyor? Allah’ım lütfen babamın azabını dindir!” diye dualar etmeye başladım. Sesler kesilmedi. Artık da onun acısına ortak olup ağlamaya başladım. Elimden bir şey gelmiyordu. Sonra etrafımı yılanlar sardı. Hepsi farklı bir yerden mezarın içine girdi. Engel olmaya çalıştım, beni soksunlar, ben öleyim, yeter ki babama bir şey olmasın diye düşündüm ama avuçlarımın arasından kayıp gittiler. Yılanlar girince babamın çığlıkları çoğalmaya başladı. Yardım istemek için ayağa kalktım, koşarak mezarlıktan çıkıp arabaya bindim. Ustam ve o adam arabada beni bekliyorlardı. Kavanozun boş olduğunu gören adam, “Neden almadın?” deyince olanları anlattım. Adamın dudakları titremeye başladı. İşlerin daha da kötüye gittiğini anlayabiliyordum. Ağlamam da şiddetlenerek arabada devam etti.

Tekrar o köye, adamın evine gittik. Evin önünde durduğumuzda adamın köpeği parçalanmış halde yerde yatıyordu. Köpeğin dibine çöküp bir sopayla inceledi. Ağlar, feryat koparır diye düşündüm ama adam hiç tepki vermedi. Sonra eve girdi. Bir süre ses gelmeyince biz de arkasından girdik. Az önce bahsettiğim yepyeni eşyaları paramparça olmuştu. Duvarları yıkılmış, perdeleri yakılmıştı. Evin çevresinden de ıslık sesi gibi sesler gelmeye başlayınca aceleyle arabayı çalıştırdı. Elleri titriyordu, kullanmakta zorlanıyordu. Oradan çıkınca sağa çekti ve direksiyona Salih usta geçti. Adam da yolu tarif etti. Köyün diğer tarafında başka bir evin önünde durduk. O adamdan yaşça büyük başka bir adamın evine girdik. Bizi o halde görünce direkt sahip çıktı. Zaten adama durumu anlattı. Adam sakince dinledikten sonra, “Umarım çok geç kalmamışızdır,” dedi. Bir odaya geçtik. Üstümüze tüm bedenimizi kaplayacak bir şey giydirdi, başımız bile kapalıydı. Ortaya bir kül tablası koydu. İsimlerimizi bir kağıda yazıp tablanın içine attı. Üç farklı şişeden birer damla akıttı. Sonra kibritle yaktı. Yaktığı anda ev aniden deprem olur gibi titredi. Korkudan homurdanmaya başlayınca adam elini göğsüme koyup, “Sakin ol, birazdan geçecek,” dedi. Yine annemin yakarışlarını duydum ama bu sefer arkamı dönmedim. Ev sallanırken odanın ışığı da kapandı. Sonra sarsıntı durdu ve ışık geri açıldı. Annemin sesi de kesildi. Yavaşça tablaya baktım. Cam tabla paramparça olmuştu. Yanında da köşesi yanık şekilde duran bir kağıt vardı. Adam kağıdı eline aldı, bir şeyler okuyup üfledikten sonra kağıdı açtı. Biraz inceledikten sonra aniden gözleri ayrıldı. Alnından boncuk boncuk akan terleri görebiliyordum. Gözlerini bana dikti. “Sen… Her şey seninle başlamış ve seninle bitecek. Size zarar veren o kara büyü o kadar tehlikeli ki şu an bizi bu evin altında bırakabilecek güçte. Artık bu işten kurtuluş yok. Sadece anlaşma sağlayabilirsin. Onların istediği bir şeyi onlara vereceksin. Baban da o toprağın altında rahat edecek, sen de normal bir hayat yaşayabileceksin,” dedi. Sonra Salih ustaya döndü: “Sen de onlarla birlikte ortak şeyler yapmışsın. Büyü sana da sıçramış. Bir virüs gibidir bu lanet. Eğer birisi durdurmazsa veya onlarla anlaşmazsa nesilden nesile şiddetlenerek devam eder,” dedi. Güçlü durmaya çalışıyordum ama başaramıyordum. İstemesem de gözyaşlarım yolunu bulup akıyordu. “Ne yapacağım peki?” dedim. “Onlara bir şey vermen gerekiyor,” dedi. “Peki ama ne?” dedim. O sırada ışıklar tekrar kapandı ve sarsıntı tekrar başladı. Bu sefer adamın ve diğer adamın “Allah Allah” diye mırıldanmalarını duyabiliyordum. Belimin sol kısmında büyük bir acı hissettim. Sanki dikenli tellerin arasında kalmış, oradan kurtulmaya çalışıyordum. Sarsıntı durup ışıklar açılınca belimdeki acı da kesildi. Salih usta gözünü bana dikti ve yavaşça aşağı doğru kaydırdı. Onunla birlikte ben de belime doğru baktım. Kıyafetim kanlar içinde kalmıştı. Adam hemen kıyafetlerimi sıyırınca sivri bir şeyle belime bir şey kazındığını fark ettim. O an acısı tekrar başladı. Türkçe bir şey yazmıyordu. Adam aceleyle raftan yere düşen bir kitabı aldı ve sayfalarını karıştırmaya başladı. Sonra bir sayfada durdu. Bir yaraya baktı, bir sayfaya. Ben hala korkudan ve acıdan titriyordum. Gözlerini bana dikti ve “Cenin,” dedi. “Cenin ne hocam?” dedim. “Cenin yani gebeliğin 3. ayından sonra karındaki bebek,” dedi. “Yani ne alakası var hocam?” dedim. “Evlendiğin zaman ilk çocuğunuzu cenin olarak onlara vereceksin,” dedi.

Bu sefer gözyaşlarım acıdan değil, sinirden akmaya başladı. “Böyle bir şey yapmayacağım! Sahtekarsınız siz! En büyüğü kim yaptı, niye yaptı, ne zaman yaptı hiçbirini söylemediniz! Size neden inanayım?” dedim. O sırada kulağıma babamın acı çığlıkları geldi. Hoca eliyle gözlerimi kapattı. Babamın toprağın altında çektiği acıyı görebiliyordum. Yılanlar, böcekler, akrepler babamı yiyip bitiriyorlardı. Hoca elini çekince kendime geldim. “İnandın mı şimdi?” dedi. “İnanmadım! Bu saçmalık yüzünden çocuğumu kimseye vermem! Hem daha evlenmedim bile, belki de çocuğum olmayacak!” dedim. Kalkıp gitmek istedim. Aslında inanıyordum, o korkuyu iliklerime kadar hissediyordum ama kendime yediremiyordum. O sırada hoca sakince konuşmaya başladı: “Sen daha doğmadan ailen gayet varlıklı kişilerdi, köydeki çoğu aileden daha zenginlerdi. Ne zaman ki sen doğdun, durumunuz gittikçe kötüleşmeye başladı. İnanmıyorsan ustana sorabilirsin. Baban zamanında kazandığı haksız gelirden dolayı her şeyini kaybetti. O onlara uymadı. Anlaşmayı kabul etti fakat seni onlara teslim etmedi. Şimdi anladın mı beni? Bunu baban başlattı. Bir define için seni onlara kurban vermeyi kabul etti. Sadece cenin halde değil de ikinci yaşına bastığın gün verecekti. Onlar babandan her şeyi aldı, beş parasız bıraktı. Annenin define dahil hiçbir şeyden haberi yok ama ona da zarar verecekler. Şimdi baban orada azap çekerken hayatınızı kurtarmak senin elinde,” dedi. Yavaşça Salih ustaya döndüm. Ağlıyordu ve başıyla hocayı onaylıyordu.

O gece orada bir şeyler yaptık. Vallahi de billahi de anlatamam ne yaptığımızı. O evden içim rahat bir şekilde çıktım. Köyümüze geri döndük. Birkaç sene boyunca hiçbir kötü olay yaşamadım. Salih usta da dükkanını baştan aşağı tekrar inşa etti. Sık sık ziyaret ettim babamın mezarını. Toprağın kokusunu içime çektim. Azabı dinmişti, resmen gül kokuyordu toprak. Ama artık sıkıntısız bir hayat bana batmaya başladı. İçimdeki ses hep gidip babamın emanetini almamı söylüyordu. Bir gün dayanamayıp Salih ustaya söyledim. İlk başta, “Bak hayatımız düzeldi, boş ver, dokunmayalım,” falan dese de bir şekilde ikna ettim ve üstümüzdeki sıkıntıyı çözen hocanın yanına gittik. Durumu anlattım ve almak istediğimi söyledim. Hocaya yerini ta o geceden beri söylemişler. Mezarlığın ilerisindeki büyük bir araziden çıkardık kalan defineyi. Yalnız onun için bir adak istediler, rüyalarımdan aşina olduğum bir şey. Küçük bir kedi yavrusunu ayakları hariç beş parçaya böldüm ve o defineyi çıkardığım çukurun içine atıp üstünü kapattım. Tüm hayatımı kurtaracak kadar altın vardı. Yarısını Salih ustaya verdim. İlk başta çok karşı çıkmasına rağmen altınları görünce seve seve kabul etti. Hocaya uzattım ama o kabul etmedi. Ama bizi o hocaya götüren adam kabul etti ve üçe böldük.

İşte o günden sonra hayatım tamamen değişti. Salih usta köyden taşındı. Çok sürmeden ben de taşındım. Şehirde güzel bir ev aldık ve annemle yaşamaya başladık. Annem paranın suyunun nereden geldiğini merak ediyordu ama hep bir yalanla geçiştiriyordum. Anlatmıyordum ama babamı o azaptan kurtardığıma seviniyordum. Her şey güzel giderken acı bir haber hayatımı altüst etti. Salih usta geçirdiği kalp krizi sebebiyle hayatını kaybetmiş. Yarın köyde defnedilecekmiş. O yüzden apar topar hazırlandık ve annemle birlikte köye doğru yola çıktık. Yol boyunca düşündüm, acaba yaşadıklarımız, yaptıklarımız yüzünden mi oldu diye. Sonunda köye vardık. Manevi babama karşı son görevimi yerine getirdim. Yalnız kazdıkları mezarın içinden ölü kedi bedenleri çıkarttı mezarlık görevlisi. Herkes şaşkınlıkla dondu kaldı, ben hariç. Neden böyle olduğunu bir tek ben biliyordum. O adam ve o hoca da katılmamıştı cenazeye. Kedi bedenlerini bir torbaya koydular ve götürdüler. Ardından Salih ustayı tabutundan çıkardılar. Ben mezarın dibindeydim. Salih ustanın belinin sol tarafına gelen kefen parçası kanlar içindeydi. Oradaki gassal, “Ben yıkarken tertemizdi, benimle bir alakası yok,” diyerek işin içinden sıyrıldı. O evde anlaşmayı yaparken belimin sol tarafına kanlı bir şeyler yazılmıştı. Şimdi de Salih ustamın aynı yeri kanlar içindeydi. Mecburen o şekilde gömdük. Herkes dağıldı. Annem de eve gitti. Bir tek ben kaldım mezarın başında. Öylece toprağın üstünde otururken yerin altından büyük bir çığlık sesi geldi. Bu ses Salih ustanın sesiydi! Tıpkı babam gibi, “Yardım edin! Kurtarın beni!” diye acı çığlıklar atıyordu. Kendimi geri attım. O sırada toprağı da sertleşti. İçeri giren yılanları ve akrepleri de görünce koşarak oradan uzaklaştım.

Annem eski komşularını özlediği için biraz kalmak istedi, kıramadım. Ben de eski bir arkadaşımın yanına geçtim ve gece eve gitmedim. Salih ustanın çığlıkları kulaklarımdan gitmiyordu. Annem de komşuda kalıyordu. Sabah olur olmaz annemi aldım ve şehirdeki evimize doğru yola çıktık. Yolda gelen bir telefon ellerimin boşalmasına sebep oldu. Kaldığımız müstakil evde yangın çıkmış, maalesef kullanılacak halde değilmiş. Sağa çektim ve alnımı direksiyona koyup çocuklar gibi ağlamaya başladım. Anneme de anlatmak zorunda kaldım durumu. Annem çok kızdı, azarladı, tokatlar attı ama babam için yaptığımı da biliyordu. Yavaş yavaş devam ettim yoluma. Evin önüne gelince küle dönmüş evimizle göz göze geldik. Yapacak bir şey de yoktu. Yeni bir ev tuttuk ama ev her boş kaldığında eşyalar dağılıyor, tabak çanak kırılıyordu. Defalarca ev değiştirdik ama bu bize çare olmadı. Annem de son zamanlarda çok değişti. İlk başlarda soğuk duruyordu fakat son zamanlarda benden nefret ettiğini, iğrendiğini açık açık söylemeye başladı. Gitti evden. Gitme diyemedim, suçlu bendim çünkü. O defineye hiç dokunmayacaktım.

Artık tek başımaydım. Paramın bereketi yoktu. İşlerim kötü gidiyor, ortağı olduğum şirketler teker teker iflas bayrağını çekiyordu. Namaza başlayayım, tövbe edeyim, belki her şey düzelir diye düşündüm ama her kıldığım namaz geceleri çektiğim işkencelere sebep oldu. Bir çıkış yolu aramaya başladım. Araştırdım, sordum ve sonunda düzgün bir hoca buldum. Hocaya utana sıkıla A’dan Z’ye her şeyi eksiksiz anlattım. Beni bakıma aldı ve beni bitiren o cümleleri işitmeye başladım:

“Bak çocuk, sen ne yaptığının farkında değilsin. Ben sana işin aslını anlatayım. Aslında baban hiç define bulmamış, o işe bulaşmamış bile. Salih usta dediğin adam en başından beri o definenin peşindeymiş ama onlarla anlaşma yapacak cesareti de yokmuş. Seni bir şekilde kandırıp manipüle ettikten sonra anlaşmayı seninle yapmalarını sağlamış. Salih, o adam, hoca diye gittiğiniz ve seni kurtardığını sandığın kişiler tamamen sahtekarın önde gideni. Seni kandırıp o defineyi almak için böyle oyunlar oynamışlar sana. Kulağına gelen acı çığlıklar, sertleşmiş toprak, yılanlar ve akrepler hiçbiri gerçek değil. En azından baban yönünden gerçek değil. Seni bu şekilde vurup oyuna getirmişler. Baban gerçekten azap çekse bile define yüzünden çekmiyor. Ama şu da bir gerçek ki o paranın size hiçbir hayrı olmayacak. Salih denen adamın öldüğünü söyledin, mezarındaki olayları anlattın. İşte anlattığın şeyler o adamın sonu. Senin de sonun iyi olmayacak. Onlara söz verdiğin şeyi yerine getirmeden bu iş bitmeyecek. Onların hepsi senin anlaştığın ifrit topluluğuna kölelik yapan insanlar. Baban öldükten sonra sana sahip çıkan, aç bırakmayan Salih, bunu gerçekten iyilik olsun diye mi yaptı sanıyorsun? Hepsi seneler öncesinden planlanmış. Definenin yerini bulmuşlar, bir kurban seçmişler, kurbanın anlaşma yapmasını sağlamışlar ve parayı bölüşmüşler. Bu hikayedeki kurban sen oluyorsun Serhat. Hayatta olduğuna dua et. Benim elimden bir şey gelmez. Sadece seni koruyacak dualar yazabilirim. Allah’tan ümidini kesme, her zaman O’nun dediği olur. Umarım her şey istediğin gibi olur. Bu muskayı boynuna takacaksın ve asla çıkarmayacaksın. Gece gündüz yanında olacak. Bu muska seni kötü ruhlardan, ifritlerden koruyacak. Ama şunu bilmelisin ki bu muska sadece bir koruma sağlar, seni tamamen kurtarmaz. Senin asıl yapman gereken onlarla yaptığın anlaşmayı bozmak. Ancak bu o kadar kolay değil. Ama dikkatli ol, onların istekleri her zaman hileli ve tehlikelidir. İstedikleri şeyi yaparken seni daha büyük bir tehlikeye atabilirler. Bu yüzden her adımı çok dikkatli atmalısın. Sana verdiğim duaları her gün düzenli olarak oku. Sabahları ve akşamları mutlaka bu dualarla meşgul ol. İmanını kuvvetli tutmak bu işlerin en önemli kısmı. Onlara karşı güçlü olmanın tek yolu Allah’a olan bağlılığını arttırmak. Çünkü bu varlıklar insanı en zayıf anında yakalarlar. Korku, çaresizlik ve ümitsizlik onların en çok beslendiği duygulardır. Ama unutma, bu işlerin tam bir garantisi yok. Sadece umudunu kaybetmemelisin. Daha kudretli bir hoca bulmak belki de senin için en iyi çözüm olur ama böyle bir hocayı bulmak da kolay değil. Onların izini sürmek, güvenilir olanını bulmak zor bir iş. Herkese güvenme, çünkü bu işlerde çok fazla sahtekar var. Son olarak, annen konusunda daha dikkatli ol. Onun yanında olmanın ona zarar verebileceğini söyledim. Belki onu korumanın en iyi yolu ondan biraz uzak durmaktır ama tamamen kopma. Her zaman onunla iletişimde ol. Ona zarar gelmemesi için elinden geleni yap. Allah’ın izniyle her şey düzelecek. Ümidini kaybetme ve mücadeleye devam et. Şimdi git ve söylediklerimi yap. Dua etmeyi unutma. Allah yar ve yardımcın olsun.”

Bu söyledikleri, size anlattıklarım tamamen gerçek. Bu duygularım beni ölmekten beter etti. Nasıl böyle bir tezgaha düştüm? Nasıl böyle bir oyuna geldim? Senelerdir gördüğüm güler yüz sahte miydi? Hepsi bir çıkar için miydi? Salih denen adamla birlikte yaşadıklarımız, gece gördüğüm rüyaların aynılığı… Hepsi bu oyunun bir parçasıymış. Allah benim belamı versin! O çukuru kazdığım güne, o kediyi öldürüp attığım güne, o defineye dokunduğum güne lanet olsun! Kimseye güvenmemem gerektiğini bu şekilde mi öğrenecektim? Şimdi hayatım kaydı. Ne ailem, ne arkadaşım, ne eşim dostum, ne de düzenli bir hayatım var. İşin kötü yanı, benden bir karşılık istediler. Benim kanımdan bir çocuğu cenin halindeyken almak istediler. Evlenemiyorum. Evlenince eşime bu haksızlığı yapmak istemiyorum. Ölene kadar bir çocuğum olmayacak. Bunu o günahsız insanlara yapamam. Bana yapılanı onlara yapamam. Ölürüm, sakat kalırım ama bunu onlara yapamam.

Şimdi her gece odamın ortasında kazılmış bir çukur beni bekliyor, toprağı da kenarında. Geceyi sabaha kadar o mezarda geçiriyorum. Yılanlar, akrepler sabaha kadar parçalıyor bedenimi. Her gece dışarıdan bir yavru kedi bulup kanını o çukurun içine akıtıyorum, yoksa çektiğim azap dayanılmaz bir hale geliyor. O hayvanlara da yazık, biliyorum. Bana çok kızacaksınız ama elimden başka bir şey gelmiyor. Ne hocalara gittim, ne insanlara boyun eğdim ama hiçbir yardım alamadım. Kimseyi kötülemiyorum ama kimse de bir çözüm yolu çıkarmıyor o kişileri. Allah’ım ben neler yapıyorum? Çok pişmanım ya Rabbim! Allah’ım sana yalvarıyorum, o doğru kişileri benim karşıma çıkart, beni bu işten kurtar!

Bismillahirrahmanirrahim… Yine geldiler. Ensemde yine o soğuk nefes. Mezarım kazılmış, incecik kefenimle birlikte beni bekliyor. Son cümlelerimle bitirmek istiyorum: Siz siz olun, sakın bu işlerin yakınından bile geçmeyin. onlar çok tehlikeliler. Her türlü oyunu oynayıp aklınızı karıştırabilirler. En yakınınız bile kazabilir sizin mezarınızı. En yakınınıza bile dikkat edin ve en önemlisi kimseye güvenmeyin.

İlginizi Çekebilir:Cinli Tümülüste Define Kazısı | Gerçek Korku Hikayesi
share Paylaş facebook pinterest whatsapp x print

Benzer İçerikler

Jinn Haunting While Trying to Help | A True Horror Story
Yardım Etmek İsterken Musallat Olan Cinler | Gerçek Korku Hikayesi
In the Clutches of Possession | True Horror Story
Musallat Pençesinde | Gerçek Korku Hikayesi
The Jinn's Revenge | A True Horror Story
Cinlerin İntikamı | Gerçek Korku Hikayesi
The Jinn in Love | Paranormal Story
Aşık Cin | Paranormal Hikaye
Shadows by My Bed | True Horror Stories
Yatağımdaki Gölgeler | Gerçek Korku Hikayeleri
The Jinn Swapped My Baby | A True Horror Story
Cinler Bebeğimi Başkasıyla Değiştirdi | Gerçek Korku Hikayesi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Paranormal Dergi | © 2025 |